[ad_1]
1915 yılında bu topraklarda yaşayanlar kan kustu. Öyle çok kan aktı ki, toprak bile alamadı içine bu kadarını. Pülümür Kaymakamın okuduğu seferberlik pusulasında, adının Çanakkale sevkiyatına dahil askerlerin listesinde olduğunu işiten Dersimli genç adeta olacakları sezmişti. Bir yandan “Anneciğim, adımızı bir ağıtta an” diye vasiyet ederken bir yandan da bedduasını havaya savurdu.
“Yıkılsın padişahın başkenti.”
Dört dağın zulasındaki Dersim’in; Çanakkale dağlarında tabakasını, sigarasını, postalını ve nefesini gömen isimsiz öfkelisinin bu sözlerini nereden mi biliriz?
Toprağın içine alamadığı, kustuğu kan tütmeye başladı da; Cemal Süreyya’nın dediği gibi “Geçmişle gelecek arasında/Acıyla sevinç arasında/ Öfkeyle bağış arasında” salındı durdu bir zaman, ve sonra da burnumuzun direğini sızlatan ağıtlara dönüşerek “Batası mezar yerlerinden” yükselip zamanımıza karıştı da o yüzden.
Aslında bu sitem bu coğrafyanın biricik sitemi olsaydı belki de kaybolup gidecekti an(ı)ların çarkları arasında. Zaman tarafından öğütülecekti; neyse ki devletimiz razı gelmedi! Bu isimsiz kayıpların, kırıldıkça kırılanların devrini bir asırdan fazla bir süredir daim tuttu.
Maviş Güneşer ve Metin-Kemal Kahraman tarafından kayda alınan “Ax De Vaji” albümü ilk bakışta bu zulüm seyahatinin müzikal seyir defteri gibi görünse de aslında basit bir vaka aktarımından daha ötede amaçlar barındırmakta bünyesinde.
“Burada bir kez daha yorumlanmış bu ağıtlar sadece dün olup bitmiş bir takım vakıaların şahitleri değildir. Ya da bu çalışmanın amacı sadece dün yaşanmış ve dünde kalmış bazı ‘felaketlerin’ kayıtlarını yeniden hatırlatmak değildir. Dün olmuş, fakat bugün de olmaya devam eden bir hakikatler silsilesinin bu zamanın içinden kendince yeniden arzuhal edilmesidir.”
Albümün adeta mini bir ansiklopediye benzeyen kartonetindeki kısa sunuş yazısından yukarıda alıntılanmış olan bölümden de anlaşılacağı gibi, Maviş Güneşer ve Metin-Kemal Kahraman kendilerini bu ağıtların edilgen aktarıcıları olarak görmemektedirler; tersine kendilerine kurucu ve yeniden üretici roller atfetmektedirler. Neredeyse tüm müzikal varoluşlarını sözlü tarih araştırmalarına vakfetmiş oldukları göz önüne alındığında bu ağıtlar karşısında almış oldukları pozisyonun haklılığı kolaylıkla teslim edilebilir. Çünkü halkın hafıza raflarından inen her sözlü kültür ürünü, onu indiren tarafından bir kez daha yeniden kurulur, kurgulanır, parlatılır ve yerine yerleştirilir; böylelikle sahicilik korunmuş olmakla kalmaz yeniden yorumlanır ve üretilir.
Ülkenin en politik coğrafyası olan Dersim’in ağıtlarının peşine düşen bu çalışmanın “Dersim Politik Ağıtları” alt başlığını taşıması kimse için sürpriz olmasa gerek. Albüm 8 farklı ağıttan oluşmakta. Yazının girişinde bahsedilen “Hewa Herbe Çanaqala” (Çanakkale Savaşı Havası) ağıdından başka bir ağıt daha var, 1915 yılına tarihlenmiş. “Hewa Xelil Begi” (Xelil Bey Havası) isimli bu ağıtta bu sefer 1. Dünya Savaşı’nın Dersim’de kalanlar için ne anlama geldiğini anlamaya çalışırız.
Yıllar geçer, 1938 olur. Dersim için yeni bir ağıt mevsimi başlamıştır. Seyit Rıza yaşı küçültülerek, oğlu Rezik Uşen ise yaşı büyültülerek idam edilirken “Şüara Pilune Desimi” (Dersim Büyükleri Ağıdı) bu olayı bize şöyle aktaracaktır: “Yazık oldu Seyit Rıza’nın büyüklüğüne/ Gençliğine Rezık Uşen’in.”
Fındıq Ağa’yı asmak isteyenlerin ipi ise 3 kez kopsa da “Şuara Findıq Ağayi” (Fındık Ağa Ağıdı) der ki kendini dinleyenlere: “Yine de üç kez asmışlar darağacına”
Her ne kadar eski devlet ve cellat geleneklerine göre idam sırasında ipi kopanın idamından vazgeçilse de bu kural Fındıq Ağa için işletilmez ve idam gerçekleştirilir.
Fındıq Ağa’nın idamı sırasında yaşananların aktarımı sadece bu ağıt sayesinde olmaz. İlginç olarak o dönemde Dersim’e Ankara’dan özel olarak gönderilen ve istihbarat elemanı olarak görevli İhsan Sabri Çağlayangil de 2007 yılında yayınlanan anılarında ağıdı doğrular.
“Bu sırada Fındık Hafız asılıyordu. Asarken iki kez ip koptu.”
İhsan Sabri Çağlayangil bir başka röportajında da ordunun Dersim’de kimyasal silah kullandığını da itiraf edecektir.
“Dersim’de mağaralara iltica etmişlerdi. Ordu zehirli gaz kullandı. Mağaraların kapısının içerisinden bunları fare gibi zehirledi.”
İşte bu mağaralardan birçoğu Laç Deresi’ndedir. “Hewa Dere Laçi” (Laç Deresi Havası) ağıdında tarihin belki de ilk kimyasal silah kullanımının izlerini bulmak mümkündür.
“Yarın da sizin göçünüz, Ermenilerin göçü gibi olacak/ Gidin Laç Deresi üstüne, her taraf sis ve dumandır.”
1938 yılında Dersim’den sürülenler 1947 Menderes affıyla coğrafyalarına geri döner ve Dersim kültürü kendini kısmi de olsa sağaltır. Ancak 1993-1994 yıllarında Dersim büyük bir yıkım daha yaşar. Hemen tüm köyleri boşaltılır, yakılır, yıkılır. Bu yılları Dünya Ana şöyle anlatacaktır.
“Bu yıllar 1938’den beter. Çünkü o zaman insanları sürgün ettiklerinde gidecekleri yerlerde ev veriyorlardı, arazi veriyorlardı. Şimdi ise ‘Evini terk et,biz yakacağız; sen nereye gidersen git’, diyorlar”
Aynı çaresizlik ile “Some” (Gideriz) ağıdının dizelerinde de karşılaşırız.
“Gideriz… Gideriz… (sadece) yer ve gök/…/ Söylerim… Söylerim, kimseler duymaz./ Vallahi bu artık benim için ağır bir yük/ Ah sağır taşa söyleyeyim, belki o anlar/ Kuşlar inleşir, söz anlamsız”
Ve 2000’li yıllar gelir de ağıdını yanında getirmez mi Dersim’e. Üzerine yapılan barajlarla kanatılan, kurutulan Munzur’a ve cem-i cümle canlılarına yakılır bu kez ağıtlar ve denir ki birinde:
“ Bu gece rüyamda gördüm ki/ Kaçıyor yaban hayvanları, kurtlar, kuşlar/Nuh-u Nebi tufanıymış/ Yine gelmiş başımıza/Bu ne hikmettir; dalgalar dayandı eşiğe/ Ne bir sal, ne bir gemi/ Nereye gitsinler, bir söyleyen yok, ne bir mekân, ne bir han”
Duvarları zamanın ağrılı notaları ile örülmüş 100 yıllık bir zaman tünelindeyiz. Metin-Kemal Kahraman’ın rafine işçiliğine ve Maviş Güneşer’in sesine tutunduk bu tüneli anlamaya çalışıyoruz. Ve aniden deneyimlemeye başlıyoruz, insanlığın neredeyse 100 yıl önce keşfetmiş olduğu,“zamanın zamanı deneyimleyen kişiye bağımlı bir hıza sahip olduğunu” yani “zamanın göreceli olduğu” bilgisini. Maviş zamanı içine alıp nefesi ile genleştirirken, geniş zamanla lanetlenmiş bir cümle kurarak hepimizin aklının ortasına fırlatıveriyor.
Devlette devamlılık esastır.
[ad_2]