Berlin’deki kültür işçileri, Almanya’daki kültür kurumlarını ve çalışanlarını Filistin’deki tarihsel adaletsizliğe ve devam eden etnik temizliğe karşı çıkmaya çağıran açık bir mektup yayınladı.
Biz bu satırları yazarken Gazze Şeridi her gün İsrail füzeleri ve beyaz fosfor yağmuru altında. Bir İsrailli yetkili Gazze’yi bir “çadır kente” dönüştürme arzusunu dile getirdi ve bir İsrailli TV yorumcusu Gazze’yi “Dresden’e” dönüştürme hayalini paylaştı. Sadece ilk haftada bölgeye 6000’den fazla bomba düştü; son iki haftalık saldırılarda ise neredeyse yarısı çocuk olmak üzere 5000’den fazla Filistinli hayatını kaybetti. İsrail ordusu defalarca hastaneleri, sivil konvoyları, fırınları ve su boru hatlarını hedef aldı. Hava saldırıları tüm aileleri yok etti; aileler farklı yerlere sığınmak için ayrılıyor, böylece bir yere bomba düşerse en azından bazı üyeler hayatta kalabilir. İsrail’in Gazze’ye yakıt ve elektrik akışını kesmesinden bu yana bölge halkının çoğunun yiyecek ve suyu tükeniyor. Tıbbi malzemeye erişimi olmayan sağlık görevlileri yaralılara müdahale etmekte zorlanıyor. 14 Ekim’de bir hekim şunları yazdı: “Dün gece Gazze’nin kuzeyinden Şifa’ya [hastaneye] giderken, yıkılmış bir binanın yanından her geçtiğinizde çürüyen cesetlerin kokusu çok ağırdı. Cesetleri çıkarmak için zaman yok.” İsrail bu acımasız saldırıyı Hamas’ın en az 1400 İsraillinin öldürüldüğü ve 200’den fazlasının rehin alındığı saldırılarının ardından başlattı. İsrailli kurbanların yakınları “acımızı ölüm getirmek için kullanmayın” derken İsrail, açık bir etnik temizlik örneği teşkil eden toplu cezalandırmanın yeni bir biçimi olan yerinden etme ve bombardıman kampanyasını sürdürüyor.
Tüm bunlar olurken, İsrail’in İnsan Hakları İzleme Örgütü’nün “açık hava cezaevi” olarak adlandırdığı yerde zaten barikat kurmuş olan Gazze halkına yönelik saldırısı, ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya hükümetlerinin başını çektiği, kendini özgür olarak tanımlayan dünyanın büyük bir kısmı tarafından alkışlanıyor, finanse ediliyor ve silahlandırılıyor.
Almanya’da, bir mitingde ya da internette bu katliama alenen karşı çıkmaya cesaret eden herkes dışlanma, sansür, tutuklanma, işverenler tarafından işten çıkarılma ve yabancılar söz konusu olduğunda sınırdışı edilme tehdidiyle karşı karşıya kalıyor. Her gün yeni bir vaka ortaya çıkıyor: protestolarda ve okullarda kûfiye ve Filistin bayrağının yasaklanması, Arap mahallelerinde önleyici polislik, Arap gençlerin durdurulup aranması ve dayanışmalarını dile getirmeye cesaret eden insanların medya kuruluşları tarafından kimliklerinin ifşa edilmesi. İsrail devletine yönelik her türlü eleştiriyi antisemitizm eylemi olarak kabul eden IHRA ölçütlerine uygun olarak, Alman devletinin antisemitizm suçlamasıyla vize ve yurttaşlık vermemesine ve oturma izinlerini iptal etmesine olanak tanıyan bir yurttaşlık reformu yasası üzerinde çalışılıyor. Baskıcı taktikler sürekli değişiyor. Polis takdir yetkisini protestoları bastırmak ve göstericileri dövmek için kullanıyor. Kent ve eyalet yetkilileri belirli simgeleri yasaklıyor ama bu yasaklar çevik kuvvet polisleri geniş çaplı şiddeti kışkırttıktan sonra kaldırılıyor. Tüm bunlar sosyal medyada, işyerlerinde, kurumlarda ve sokaklarda her daim var olan bir korku, otosansür ve şüphe atmosferi yaratıyor.
Bu baskının sözde nedeni bağnazlıkla, özellikle de antisemitizmle mücadele etmektir. Ancak sonuç, her düzeyde, ırkçılıktır. İsrail ile Yahudilik arasında tehlikeli bir bağdaştırmaya dayanan Alman devleti ve sivil toplumu, etnik temizliğin bir başka aşamasıyla karşı karşıya olan Filistinlilerle dayanışmanın her türlü ifadesini cezalandırır. Birçok Yahudi’ye göre bu yanlış yönlendirilmiş antisemitizm ve sürdürdüğü sahte eşdeğerlik Yahudi yaşamını daha güvenli hale getirmiyor ve Yahudilerin seslerinin duyulmasını engelliyor. Kısa bir süre önce düzenlenen “Ortadoğu’da Şiddete Karşı” mitingi, Berlinli Yahudiler tarafından örgütlenmiş olmasına rağmen, yetkililer tarafından hem şiddeti hem de antisemitizmi teşvik ettiği gerekçesiyle yasaklandı. Babasının ailesi Shoah’da Naziler tarafından öldürülen Bernie Sanders bile, 7 Ekim 2023’le ilgili açıklaması nedeniyle bir resepsiyona katılmayı reddeden SPD lideri Saskia Esken tarafından şiddetle eleştirildi. Sanders Hamas’ın eylemlerini tamamen kınamış olsa da Esken, Gazze’deki bir milyondan fazla çocuk için duyduğu endişeyi de dile getirmesine tahammül edemedi.
Burada ulusal bağlam çok önemlidir. Birleşme sonrası Alman “hatırlama kültürü” (Erinnerungskultur) –Almanya’nın Yahudilere yönelik kitlesel kıyımını ele alan devlet kampanyası- çarpıcı bir çağdaş biçim aldı. Faşizmi kovmak ve Almanya’yı Yahudi kültürel yaşamı için özel bir cennet olarak sunmak için devlet tarafından desteklenen bu girişim, tarihsel bir paradoksla, ulusal şovenizmin başka bir biçimine dönüştü. Filistinlilerin Alman devleti tarafından sözde antisemitizmleri nedeniyle devriye gezdirilmesi ve kınanması, bu ulusal projeyi yönlendiren sapkınlığa tanıklık eder: soykırım yapmış olmak ahlaki otorite iddiası haline geldi. “Hatırlama kültürü”nün bu son derece dar yorumu, antisemitizmin Almanlar arasında büyük ölçüde yenilgiye uğratıldığı fantezisini de üretti; antisemitik nefret suçlarının %83’ünden beyaz Almanların sorumlu olmasına rağmen, bugün asıl tehdit sözde “ithal antisemitizm“, yani yabancıların, özellikle de Arapların suçu.
Kültür sektörünün önemli ölçüde uluslararası olduğu göz önüne alındığında, yurtdışından, özellikle de Küresel Güney’den gelen sanatçılar, yazarlar ve küratörler, Filistin mücadelesiyle dayanışmayı dile getirdikleri için sık sık ve temelsiz bir şekilde bağnazlıkla suçlanır. Büyük ölçüde kamu fonlarına bağımlı olan kültür, fiilen Alman dış siyasasının bir kolu haline geldi. Frankfurt Kitap Fuarı’nın “İsrail’in yanında tam bir dayanışmayla durduğunu” açıklaması bunun yakın zamandaki yüksek profilli örneklerinden sadece biri. Filistinli romancı Adania Shibli’nin ödül alması engellendi; zira fuarın direktörü Juergen Boos son olayların örgütlenmesinin “Yahudi ve İsrailli sesleri özellikle görünür kılmasını” gerektirdiğinde ısrar etti. Bu arada fuar, Nazilerin fuardaki varlığını protesto etmek için fuardan çekilen Afro-Alman yazar Jasmina Kuhnke’nin sınırdışı edilmesini talep eden neo-nazi bir yayıncıya ev sahipliği yapıyor. İsrail’e yönelik her türlü eleştiriyi susturarak, kendini ilerici olarak tanımlayanlar bile Almanya’nın büyüyen aşırı sağ partisi Alternative für Deutschland’dan (AFD) ayırt edilemez hale geliyor.
Bu nefret dolu, sistematik susturmayı sadece ifade özgürlüğünü tehdit ettiği için değil, Alman suçluluğunun kötüye kullanılması tam da gerçek “anma”nın karşı çıkması gereken baskıyı yeniden canlandırdığı için reddediyoruz. Kültür kurumları ve çalışanları devlet siyasalarına uymaya devam ederek Filistin mücadelesiyle dayanışmanın sansürlenmesine izin verirlerse, korkutucu bir örnek teşkil etmiş olur. Alman devletinin, başta ırkçılık ve sömürgeciliğe karşı olanlar olmak üzere, diğer muhalif seslere karşı otoriterliğini daha da pekiştirmesine izin vermemeliyiz. Alman devletinin Gazzelilere yönelik kuşatmaya verdiği destek, tarihsel suçlarını aklamadığı gibi, bu suçların yeniden üretilmesi gibi şok edici bir risk taşır. Burada yaşayan ve çalışan insanlar olarak, sesimizi yükseltmek gibi bir görevimiz var.
Bu açıklama bir teşhis ya da yakınmadan daha fazlasıdır: biz uyarıyoruz. Almanya’nın kültür kurumlarını ve çalışanlarını bir duruş sergilemeye çağırıyoruz: tarihsel adaletsizliğe ve süregelen etnik temizliğe karşı çıkmaya.
Kaynak: Bad Watermelons / Çeviri: S. Erdem Türközü