‘Oku’ diye başlıyor olmasına rağmen kutsal sayılan kelam; ilk maraza mevzunun başında ortaya çıkıyor.
Taraflaşmanın daha kolay belirlendiği, hudutların keskin olduğu süreçler elbette yaşandı. Her konuya dair yaklaşımlar farklı idi ve tariflenen alandan hangi konuya nasıl yaklaşılması gerektiği de kendiliğinden açığa çıkıyordu. Karışık ama bence kesinlikle böyleydi.
İnsanın yaşadığı çağı maziyle mukayese ederek anlatma gayesi çok anlaşılır. Yaşanmış ve bitmiş olana dair berrak bir fikir sunmak ziyadesiyle kolay. Çünkü hem bitmiş olmasının yarattığı sorumsuzluk duygusu hem de dışarıdan bakma fırsatı bulmuş olmanın dayanılmaz kudreti söz konusu.
Belki bizler de, bundan yaklaşık 20 yıl sonra şu yaşanılan sürece dair artık ‘bitmiş’ olmasının ve ‘dışarıdan’ bakıyor olmanın yarattığı rahatlık ile çok ‘sıhhatli’ analizler yapabileceğiz. Tarihin affına sığınarak şimdi gayet ‘içeriden’ bir ses verme kaygısı yaşıyoruz. Süreç utandırmasın!
‘meğer taşa tohum ekilmez imiş’
‘pantolon dar, yukarı çıkmıyor polis amca’
13 yaşında bir çocuğun harabeye çevrilmiş sokağında elleri havada silahlı kimselere doğru yürümeye çalışması, bu yolculuk esnasında iki adımda bir durdurularak kazağını kaldırmaya, teşhire, eğilmeye kalkmaya zorlanması başka hiçbir izaha ihtiyaç duymayan ‘taş’ haline vücut verir. Dolayısıyla, düşlerimize süs, envai çeşit çiçek bahçelerinin bu zeminde tohum tutması mümkün değildir. Bu durumu ne hendek ile açıklayabilirsiniz ne de güvenlik kaygısı ile. Bölünmez bütünlük 13 yaşında kalbi parça parça edilmiş bir çocuğun karşısında titremelidir.
Eski libas gibi gönüllerimiz. Katliam, zulüm, işkence ile olağanüstü bir tahribata uğradık. Sökük dolu tüm coğrafyamız ve dikilmesi mümkün görünmüyor.
Bahsini ettiğimiz ve büyütüp çığlığa dönüştürmek ile yükümlü saydığımız ‘hayır’ sözü; tüm yara beremizi iyileştirme irademizdir. Hayır, tek başına hayır demek değildir. Her çeşit yöntemi kullanarak şaşırmamıza dahi izin vermeden sistematik zulümlerini perdelemekte beis görmeyenlere direniş suflesidir.
‘ibrişimden nazik sandığım güzel
meğer pulat gibi bükülmez imiş’
‘Burasının bizim değil, bizi öldürmek isteyenler ülkesi’ cümlesi bir gerçekliği ifade ediyor olsa da, ilk elden bizim olanı sahiplenmelerini engellemek gerekiyor. Evet, siz de buradasınız. Evet, bizi öldürmek istiyorsunuz. Ama burası bizim ülkemiz. Tutuklanmış, mahpus damlarınıza doldurulmuş, spor salonlarında, izbe binalarında işkence tezgahlarından geçirilmiş, alanlarda, meydanlarda, bodrum katlarda vızır vızır kurşun ve yüksek tesirli bombalarla katledilmiş olsak da gücümüzü hafife almayın. İbrişimden (ipek ipliklerden) nazik sayarsınız belki ama pulat (çelik) gibi bükülmez bir iradedir karşınızda duran.
Biz umudunu kesmeyenler, umuttan beslenenler, umudu yarına katık edenler olarak yine bildiğimizi okumalıyız. Tarihin her diliminde bir dilim ekmek için bile direnmesi gerekenlerin en iyi bildiği sözdür ‘hayır’. Bu sefer bildiğimiz yerden çıktı. Bu sınavı geçeceğiz!