Mustafa Ergün – Presshaber.com
Bir sanat olarak sinemanın zaman içindeki evrimi toplumsal değişim ve dönüşümlerin de bir bakıma aynası olarak karşımıza çıkıyor. Lumiere Kardeşlerin “Bir Trenin Gara Girişi” adlı kısa filmi çekerken ne hissettikleri bilinmez, ama günümüzde sinema izleyicisinin öyküye kapıldıkça geleceğe yönelik korkusunun yanıltıcı bir tutkuya bırakıldığı açık.
28 Aralık 1895 tarihi, sinemanın başlangıcı olarak kabul edilir. Sinemanın başlangıcı ilk filmin çekildiği tarih değil de, Lumiere Kardeşlerin Paris’te ilk film gösterimini yaptıkları tarihtir. Bu da bize gösterimin, sinema sanatının sadece bir ayağı değil, bir bakıma kendisi olduğunu gösteriyor. Lumiere Kardeşler sinemanın ilk tutkunları olarak Edison’un geliştirdiği kamera ve gösterim cihazlarını üretmeye devam ettiler. Böylece sinema zamanla bir sanat dalı ve sektör haline geldi.

Teknik gelişmeler daha çok, seyirciyi hikâyenin içine çekerek Aristocu öykü anlatımı mantığını yaşatmaya yaradı.
Temel olarak sinemadaki teknik gelişmeler baz alındığında üç dönemden bahsetmek mümkün. Bunlar: 1925-1930 arası; 1926’da ilk televizyon yayını yapıldı, ilk renkli film (The Black Pirate) çekildi, 1927’de ilk sesli film (Caz Şarkıcısı) çekildi. Diğer dönem 1950-1960 arası; bu dönemde ilk renkli televizyon 1950’de satışa çıktı(ABD) ancak 1960’ta geniş kitlelerce kullanılmaya başlandı. Yine 1950’lerde sinema geniş perde uygulamasıyla tanıştı. Üçüncü dönem olarak da 2000-2010 arası, HD TV yayınları 2000’lerde başladı, ancak bütün dünyaya yayılması 2010’u buldu. 3D film denemeleri 1950’lerde başlamıştı, ama 2009’da Avatar’ın gösterime girmesiyle sinemalarda 3D gösterimleri hızla arttı. Yine ilk 3D TV yayını da 2010’da yapıldı ama yaygınlaşmasının 10 yılı bulacağı tahmin ediliyor. Bu teknik gelişmelerden film içeriği aynı ölçüde etkilenmedi ve sinemanın farklı bir anlatım biçimi yakalamasına büyük bir katkısı olmadı. Teknik gelişmeler daha çok, seyirciyi hikâyenin içine çekerek Aristocu öykü anlatımı mantığını yaşatmaya yaradı.

Fuat Uzkınay’ın 1914’te çektiği “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” ilk Türk filmi olarak kabul ediliyor.
Türkiye’de ise Fuat Uzkınay’ın 1914’te çektiği “Ayastefanos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı” adlı çalışma ilk Türk filmi/belgeseli olarak kabul ediliyor. Ancak bu filme ait fotoğraflar dışında hiçbir kayıt bulunmuyor.
Belli dönemlerdeki iniş çıkışları saymazsak Türkiye’de sinema en verimli dönemini 1970’lerin başlarında yaşadı. Bu dönemde açık ve kapalı sinema salonlarının sayısı 2 bin 500’ü buluyordu. Yılda satılan bilet sayısı ise ortalama 250 milyon civarındaydı. Bu rakam bugünkünün yaklaşık 7 katı. 1970’lerin ortalarına doğru televizyonun yaygınlaşması ve ekonomik krizin etkisiyle birçok sinema salonu kapanmak zorunda kaldı. 1990’ların başında sinema salon sayısı 300’lere kadar düştü. TÜİK‘in verilerine göre 1992’de satılan bilet sayısı 8,3 milyondu. Ayda bir sinemaya giden bir izleyici artık yılda bir defa gidiyordu.
Video tabanlı kameraların yaygınlaşmasıyla ve film dağıtım ağlarının uluslararası medya devlerinin denetimine girmesiyle ortaya çıkan film çeşitliliği aynı anda farklı filmlerin gösterime girebileceği sinema salonlarını da beraberinde getirdi.
2000’li yıllara yaklaşırken sinema salonlarında da bir artış göze çarpıyor. Video tabanlı kameraların yaygınlaşmasıyla ve film dağıtım ağlarının uluslararası medya devlerinin denetimine girmesiyle ortaya çıkan film çeşitliliği aynı anda farklı filmlerin gösterime girebileceği sinema salonlarını da beraberinde getirdi. Ancak bazı araştırmalara göre bu artış yeni düzen neo-liberal politikaların bir yanılsamasıydı. Büyük sinema salonları izleyiciye farklı seçenekler sunmak için ikiye, üçe bölünerek küçüldü ve koltuk sayıları da azaldı. 1970’de sinema salonu başına düşen izleyici sayısı 102 binken, 2009’da salon başına düşen izleyici sayısı 21 bine düştü.
Birbiri ardına açılan alışveriş merkezleriyle sinema salonlarının sayısı bin 500’ü buldu. Açılan alışveriş merkezlerinin ülkedeki gelişimini görmek için birkaç rakam vermek gerekirse; Sofya’da 5, Tahran‘da 4, Ati
na’da 4, Şam‘da 2 tane bulunurken İstanbul’da 93 tane bulunuyor. 2000’de 25 milyon olan satılan toplam bilet sayısı, 2008’de 38 milyonla son yılların en yüksek seviyesine ulaştı. Alışveriş merkezlerinin getirdiği yeni tüketim alışkanlıkları bu şekilde sinemayı da etkiledi.
1989’da yapılan bir araştırmaya göre; Türkiye‘de sinemaya gidenlerin çoğu “günlük sıkıntılardan uzaklaşmak, dinlenmek veya bilgi edinmek” içindi. Ayda en az iki defa sinemaya giden memur emeklisi Yusuf Tekin ise alışveriş merkezlerindeki sinemalara gitmesinin nedenini “zaman ayıramadığı çocuklarıyla birlikte vakit geçirmek, film öncesi veya sonrası yemek yemek, kısaca biraz nefes almak” diye açıklıyor. Başka bir izleyici ise alışveriş merkezlerindeki sinemaların daha konforlu ve teknik bakımdan daha iyi olduğunu söylüyor.
Sonuç olarak multipleks sinemalardan movieplex sinema salonlarına geçişle filmin içeriği ikinci plana atılıp şekil ve görsellik öne çıkıyor. İzleyiciye kalan da rahatlama ve gevşemeyle birlikte tutkulu bir gerilim!