Ne desek, ne etsek, nasıl yapsak bilemiyoruz… Az şey mi yaşadık? Yok, bir şeyler anlatabilmek için yeterli yaşadıklarımız. Çok şey mi yaşadık? Yok, bir şeyler yapabilmek için çok şey görmedik henüz… “Derin bir ah” çekiyoruz, çünkü şu kelimeler sayfaya değerken Hurşit Külter hala kayıp. Ve “ah vicdan” diyoruz, neredesin? Neredeysen çık gel, yeter saklandığın. Yeter bize edileni sessizce izleyişin. Yeter halkın vicdanı yeter; çocukların susturulamayan gürültüsü gibi, Plaza De Mayo Anneleri’nden Cumartesi Anneleri’ne uzanan bir çığlığı haykırırcasına gel… Ey insanlığın vicdanı, neredesin bak Ramazan da geldi?
“halkın vicdanı çıkıp gelmek zorundasın, başka çaren yok!”
Oysa Hurşit, “hakkınızı helal edin” derken annesine, babasına demiyordu bunu… Uğruna kanlı bir coğrafyada mücadele ettiği halkına, dünya halklarına sesleniyordu. Bir insan ölüme giderken bile “kusurumuz olduysa af ola” diyecek kadar güzelleşebilmişse eğer, halkın vicdanı çıkıp gelmek zorundasın, başka çaren yok!
Bu kelimeleri yazmak da o kadar kolay ki, Hurşit’in kusurlarına kurban olası geliyor insanın… Rahat bir sandalyede, iyi bir bilgisayarda, tekel sigarası eşliğinde, sokaktan geçenlerin umursayan belki de umursamayan telaşında yazmak o kadar kolay ki… Hurşit’i düşünüyor insan, utanıyor! Utandıkça, Hurşit’i daha fazla düşünüyor. Ey, umursayan ya da umursamayan vicdan; Muhammed Ali’ye verdiğin haklı gözyaşını, haklı sözleri Hurşit’e vermeyeceksen, yarın çıkıp gelme. Filistin’deki kardeşine atılan tokada elini haklı olarak kaldırıp, sonra Ernesto Che Guevara’yı anacaksan ve Hurşit’i görmeyeceksen diğer gün de gelme. Geleceksen bil ki, Hurşit gitmiş olacak…
Acıları yarıştırma değil bu, tam da acıların ne denli ortak olduğuna dair bir şey. Hurşit’in güzelliği ve bir güzelliğin kaybedilişi vesilesiyle bir hatırlatma çabası.
“Gelemem” diyorsun sanki, peki sen bizdeki “öf öf” ü duyuyor musun?
Halkın vicdanı, şimdi gel, ikiletme, “ama” deme, telaşlı ama kaygısızca gel, gel ki şafaklar tutuşabilsin, gel ki bizim olabilsin alınterimiz. Gel ki halklar gerçekten kardeş olabilsin, eşit yaşayabilsin. “Gelemem” diyorsun sanki, peki sen bizdeki “öf öf” ü duyuyor musun?
Hurşit’in annesi bu çığlık duyulabilsin diye bir ses kaydı yolluyor; “Kürt Türk anneleri el ele versin ve bu kirli savaşı durdursunlar. O gücümüz var ve biz Kürt anneleri buna hazırız.” ve ekliyor, “Oğlumun akıbetini öğrenene kadar mücadelem devam edecek”. Bunları yıllardır çocuklarını arayan, aslında çocuklarının kemiklerini arayan anaların, analarımızın yanında, o haftalara sığdırılmaya çalışılan Cumartesi eyleminde söylüyor.
Haziran’da ölmenin ne kadar zor olduğunu iyi biliyor Cumartesi anneleri. Bu kaçıncı Haziranları kim bilir, bir de Hurşit’in ağırlığı çökmüş İstiklal caddesine. Şırnak’ın, yani Botan’ın o güzellik kokan topraklarından Hurşit için yükselen ses, Haziran’da ölmenin zorluğuna inat, akıbet arayışını zılgıtlarla dile getiriyor. Haziran’da Ankara’ya bir türlü gelmeyen yaza hayıflanan yüreğimiz, Hurşit’e de hayıflanacak mı diye içten içe düşünüyoruz. En vicdanlılarımız, analarımız sadece kendi çocukları için değil bütün çocuklar için hayıflanırken; halkın vicdanı hayıflanmak, kıpırdamak ve Haziran’a yazı getirmek zorundasın…
Hurşit Külter şu an neredeyse, muhtemelen en fazla, yine katledilip akrep aracının arkasına bağlanılarak sürüklenen Hacı Lokman Birlik’i, yani kaybolduktan sonra çıkan fotoğraflardan anlıyoruz ki, dostunu düşünüyor… Peki biz neyi düşünüyoruz?
Ahmet Tirej Kaya