1949 yılında Çorum’da dünyaya gelen Türkiye Komünist Partisi/Marksist Leninist (TKP/ML) kurucusu İbrahim Kaypakkaya, 18 Mayıs 1973 tarihinde günlerce süren işkenceler sonucu Diyarbakır’da yaşamını yitirdi.
Pratikte sınadığı teorik görüşleri, döneminin sol-devrimci kesimleri tarafından görmezden gelindi ve bu haliyle “saklanmaya çalışılan bir meşale” olarak anıldı, anılmaya devam ediyor.
Parçası olduğu ilerici kesimler tarafından saklanılan, karşısına alarak mücadele ettiği devlet tarafından “ihtilalci komünizmin Türkiye’ye uygulanması” olarak hedefe alınan, bir dönem dizisi olan “Hatırla Sevgili”de dahi kendisine “yer bulamayan” Kaypakkaya ölümünün üzerinden 45 yıl geçmesine rağmen coğrafyamızdaki devrimci hareketin ana damarlarından biri olmayı sürdürüyor.
Bugün Kaypakkaya’nın adını anmak, fotoğraflarını taşımak ve onun ölüm yıldönümlerinde düzenlenen anma etkinliklerine katılmak uzun yılları bulan hapis cezalarıyla karşı karşıya kalmayı getirirken, Çorum’daki mezarı başında kurulan karakol Kaypakkaya’nın sahiplenilmesine olan tahammülsüzlüğü gösteriyor.
68’in gençlik, 71 devrimci çıkışının komünist önderi Kaypakkaya’nın saklanmasının, hedef alınmasının ve onu ananların dahi cezalandırılmasının en esaslı nedeni elbette ki ortaya koyduğu görüşler ve de yöntemidir.
Özellikle coğrafyamızdaki devrim mücadelesinin esas yol ve yöntemlerine dair ortaya koydukları, Türkiye’deki devlet mekanizmasının analizi anlamında Kemalizm tahlili ve Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı’nın (UKKTH) bu topraklar özgülünde Kürt Ulusal Meselesi olarak dillendirilişi Kaypakkaya’ya dair söylenecek öncelikli başlıklar. Söz konusu başlıklara doğru ilerleyen Kaypakkaya’nın Marksizm ve Leninizm’i Maoist ideolojiyle birleştirerek kullandığı yöntemi de vurgulamak gerekir.
Türkiye’deki sol-devrimci kesimlerin Kemalizm’i ilerici olarak değerlendirdiği bir dönemde cüret ederek söyledikleri bugün belli bir kesim tarafından hala hoş karşılanmıyor. 68-69 yıllarında kendisi de Kemalizm’e sempatiyle bakan Kaypakkaya’nın aşağıda özetlemeye çalıştığımız görüşlerinin değişim sürecini anlayabilmek için bizim de bu listeyi hazırlarken yararlandığımız Nisan Yayımcılık’tan çıkan Bütün Eserleri’ne bütünlüklü bir şekilde göz atmak faydalı olacaktır.
Kaypakkaya, “Şafak revizyonistleri” olarak tanımladığı (bugünün Doğu Perinçek ve Vatan Partisi çizgisi) Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi’nin (TİİKP) konuyla ilgili değerlendirmelerine karşı oluşturduğu teorik görüşlerini dayandırdığı noktayı şu şekilde ifade ediyor: “Kemalist hareketin niteliğini ve Kemalist iktidarın uygulamalarını Şnurov’dan geniş aktarmalar yaparak ortaya koyacağız. Çünkü Şnurov güvenilir bir tanık, sağlam bir Bolşeviktir. Aktarma yapacağımız broşürü, Sovyet işçi sınıfına Türkiye’nin durumunu ve Türk işçi sınıfının mücadelesini tanıtmak amacıyla yazmıştır. Şnurov’un dile getirdiği görüşlerin, o yıllarda Stalin yoldaşın ve diğer Bolşevik Partisi önderlerinin de görüşleri olduğunu kabul etmemek için hiçbir sebep yoktur.”
Sözü, yaşamını yitirişinin 45. yılında İbrahim Kaypakkaya’ya bırakıyoruz:
(Bu metinde yer alan fikirler yazarına aittir. PressHaber’in editoryal politikasıyla uyumlu olmak zorunda değildir.)
1. “Kemalist Devrime önderlik eden sınıflar, Türk Büyük Burjuvazisi ve Toprak Ağaları sınıflarıdır.”
İttihat ve Terakki içinde, palazlanamayan kesim, yani orta burjuvazi de varlığını devam ettiriyordu. Kurtuluş Savaşı içinde burjuvazinin bu kanadının da son derece önemli bir rol oynadığı açıktır. Biz, önceleri, Kurtuluş Savaşı’na milli karakterdeki orta burjuvazinin önderlik ettiği görüşündeydik. Fakat Stalin yoldaşı ve Şnurov yoldaşı daha dikkatli olarak inceleyince bu görüşün yanlış olduğunu gördük. Milli karakterdeki orta burjuvazi, Kurtuluş Savaşı’nın önderi değildir ama, Kurtuluş Savaşı’nda önemli bir rolü vardır. Müdafaa-i hukuk cemiyetleri içinde örgütlenenler, çoğu ticaretle uğraşan Türk komprador büyük burjuvaları, toprak ağaları, tefeciler, kasabaların eşraf takımı ve milli karakterdeki orta burjuvazidir. Kurtuluş Savaşı’na önderlik eden sınıflar, işte bu sınıflardır.
2. “Kemalistler, daha Kurtuluş Savaşı yıllarındayken emperyalistlerle işbirliğine girişiyorlar.”
Kemalistler, ilk başlarda açıkça İtilaf devletlerinin saflarına geçmediler ama, dışarda sosyalist Sovyetler Birliği’ne ve içerde komünistlere, işçi sınıfına ve diğer emekçi halka karşı, onlarla el altından işbirliği yapmayı da ihmal etmediler. M. Kemal ve hükümeti, Sovyetler Birliği’ne karşı ikiyüzlü bir politika izlemişlerdir. Bir yandan, yardım koparmak için en aşırı iltifatları yağdırırken, öte yandan ABD, İngiltere, Fransa ile yapılacak gizli anlaşmalar için zemin aramaktadırlar. Çiçerin’e gönderilen yardım talebinden iki ay sonra, M. Suphi ve 14 yoldaşı hunharca öldürülmektedir. Ayrıca Anadolu’daki komünistlere karşı da bir sindirme kampanyasına girişilmektedir. Çünkü, Kemalist burjuvazi, 23 Şubat 1921’de toplanan Londra Konferansı’na komünistleri katlederek katılırsa, Avrupalı efendilerinin teveccühünü kazanacağını, Sevr Anlaşması’nın öldürücü hükümlerinden vazgeçilebileceğini hesaplamaktadır. Konferansta delegasyonun başı Bekir Sami, Türkiye’nin anti-Sovyet blokuna katılacağını söyleyerek daha iyi anlaşma şartları aramaktadır. Yine Londra Konferansı’nın devam ettiği günlerde, 28 Şubat 1921’de Kemalist hükümet, Sovyetler’den Artvin ve Ardahan’ın terkini istemekte ve Batum’u işgal etmeye girişmektedir. Fakat Avrupalı efendilere yaranma çabaları boşa çıkıp efendiler Sevr Anlaşması üzerinde ısrar edince, Kemalistler için tekrar Sovyetler Birliği’ne yanaşmak mecburiyeti doğmuştur. Yunan orduları atıldıktan hemen sonra, Sovyet yardımına ihtiyaç kalmadığı için, Kemalistler yeniden komünizm yasağını uygulamaya girişmişlerdir.
3. “Kurtuluş Savaşı’yla sömürgeleştirilmiş topraklar kurtarıldı. Sultanlık kaldırıldı, fakat yarı-sömürge ve yarı-feodal yapı olduğu gibi kaldı.”
Gerek Jön Türkler, gerekse Kemalistler emekçi sınıfların sırtından iktidara geldiler. Fakat her ikisi de, Türkiye’nin yarı-sömürge yapısını aynen muhafaza ettiler. Jön Türk devrimi Sultanlığı da muhafaza ettiği halde, Kemalist devrim Sultanlığı kaldırdı ve bir de işgal altındaki toprakları yani, sömürgeleştirilmiş toprakları kurtardı. Böylece sömürge, yarı-sömürge ve yarı-feodal düzen, yarı-sömürge ve yarı-feodal bir düzen haline geldi.
4. “Kurtuluş Savaşı’ndan sonra komprador büyük burjuvazinin ve toprak ağalarının bir kesiminin hakimiyetinin yerine, bir başka kesiminin hakimiyeti geçmiştir.”
Türk burjuvazisinin emperyalizmle savaş yıllarında gizli kapaklı başlayan siyasi işbirliği, savaştan sonra iktisadi alanda da gelişmiş ve zaten tasfiye edilmeyen yarı-sömürge yapı, bu işbirliğini daha da kaçınılmaz hale getirmiştir. Bu, elbette Türk burjuvazisinin içinde taşıdığı kötü niyetten ötürü değildir. Eşyanın tabiatı icabıdır. Türk burjuvazisi zenginleşmek istemektedir, oysa sermayesi çok cılızdır. Büyük ve bol sermaye Batılı emperyalist burjuvazinin elindedir. Onunla rekabet etmek ölüm demektir, elverişli bir paya razı olarak onunla işbirliği etmek, en çıkar ve en kârlı yoldur. Türk burjuvazisi de bir yandan bu yolu tutmuş, öte yandan işçi sınıfını ve emekçi halkı insafsızca soyarak ve ezerek, sermayesini büyütmeye, hakimiyetini perçinlemeye çalışmıştır.
5. “Komprador büyük burjuvazi ve toprak ağaları Kurtuluş Savaşı’ndan sonra esaslı iki siyasi kampa bölünmüştür. Kemalist diktatörlük, bu kamplardan birinin menfaatlerini temsil etmektedir.”
O yıllarda hakim sınıflar arasındaki esaslı iki siyasi kamp, şu unsurlardan teşekkül ediyordu: Bir yanda, emperyalizmle işbirliğine girişen ve bu işbirliğini gittikçe artıran yeni Türk burjuvazisi, eski komprador büyük burjuvazinin bir kısmı, ağaların ve büyük toprak sahiplerinin bir kısmı, memurların ve aydınların en üst ve imtiyazlı tabakaları. Öte yanda, henüz tamamen tasfiye edilemeyen komprador burjuvazinin diğer bir kısmı, ağaların ve büyük toprak sahiplerinin başka bir kesimi, feodalizmin ve Sultanlığın ideolojik dayanakları olan din adamları, eski ulema sınıfı artıkları.
6. “Kemalist diktatörlük işçiler, köylüler, şehir küçük- burjuvazisi, küçük memurlar ve demokrat aydınlar üzerinde askeri faşist bir diktatörlüktür.”
Kemalistler, Komünist Partisi’nin ve işçi hareketinin canına okudu. Komünist Partisi yeraltına inmek zorunda kaldı. Birçok ünlü üyesi, bu arada Mustafa Suphi hunharca öldürüldü, hayatta kalanlar takibe uğradı, hapislere atıldı. 1923 senesinde İstanbul Milletlerarası İşçi Birliği kapatıldı. Kapatılması için 1 Mayıs gününün kutlanması ile ilgili bildirilerin dağıtılması bahane edildi. Birliğin ileri gelenleri tutuklandı ve tıpkı vaktiyle Jön Türklerin proletarya sınıf hareketinin ‘hesabını’ gördükleri, burjuvazi kontrolünde sözüm ona işçi örgütleri kurmaya koyuldukları gibi, şimdi de Kemalistler, kendi burjuva ‘sendikalarını,’ işçi eylemine karşı mücadele aracı olarak kullandılar.
Kemalist diktatörlük köylerde, köylülere karşı ağaların, büyük toprak sahiplerinin, tefeci ve bezirgânların, toptancıların yanında yer alıyor, devlet kuvvetleri, bunların hizmetinde köylüleri insafsızca eziyordu. Kemalist diktatörlük, zanaatçı ve memurların alt kesimlerini de ezmektedir. Kayıtçıların, gümrük memurlarının, telgrafçıların, vs. grev ve direnişleri şiddetle bastırılmaktadır.
7. “Kemalist diktatörlük, azınlık milliyetleri ve özellikle Kürt Milleti’ni amansız milli baskı politikasıyla ezdi, kitle katliamlarına girişti, Türk şovenizmini bütün gücüyle körükledi.”
Kemalist diktatörlük, azınlık milliyetlerin, özellikle Kürt milletinin bütün haklarını gasp etti. Onları zorla Türkleştirmeye girişti. Dillerini yasakladı. Zaman zaman baş gösteren Kürt milli hareketini, bazı Kürt feodalleriyle de el ele vererek insafsızca ezdi, peşinden kitle katliamlarına girişti, kadın erkek, çoluk çocuk, genç ihtiyar, binlerce insanı katletti, “askeri yasak bölge” ilanlarıyla, “örfi idare” zorbalıklarıyla Kürt halkı için hayatı çekilmez hale getirdi. Sadece Dersim ayaklanmasından sonra katledilen Kürt köylülerinin sayısı 60.000’in üstündedir. Lozan’da Kürt ulusunun kendi kaderini tayin hakkı alçakça çiğnendi. Kemalistlerle emperyalistler, Kürt ulusunun kendi istek ve eğilimini hiçe sayarak, pazarlıkla, Kürdistan bölgesini çeşitli devletlerarasında böldüler. Azınlık milliyetlere ve özellikle Kürtlere, son derece aşağılayıcı muamele yapılıyordu, onlara her türlü hakaret mubah görülüyordu.
8. “Kemalistler, devlet tekelleri kurarak, rekabeti geniş ölçüde ortadan kaldırarak, halk kitlelerini insafsızca sömürdüler. Tekeller sayesinde hükümetin kendisi de bir müteşebbis olup çıktı. Müteşebbislikle hükümet üyeliğini birleştiren tekeller, burjuvaziye bürokratik bir nitelik kazandırdı.”
Demek ki, söz konusu olan şey, “devlet eliyle milli burjuvazi yaratmak” değildir. Söz konusu olan, bütün devlet imkanlarını, Kemalist burjuvazinin zenginleşmesine ve palazlanmasına tahsis etmektir. Devlet tekelleri de bu amaca hizmet ediyordu. Kemalist burjuvalar, devlet tekelleri yaratarak ve bunları kendi hizmetine koşarak, bu alanlarda rekabeti geniş ölçüde ortadan kaldırıyor, böylece işçi ve köylüleri yüksek tekel kârlarıyla daha da insafsızca sömürüyordu… Öte yandan tekelci-devlet kapitalizmi, Şnurov’un da işaret ettiği gibi, müteşebbislikle hükümet üyeliğini birleştirerek, burjuvaziye bürokratik bir karakter kazandırıyor, yani bürokrat-burjuvaziyi doğuruyordu. 1929-1930 dünya kapitalizminin buhranı, Türkiye’de de kendini gösterince, CHP, devletçiliğe daha da sıkı sarılmış, buhrandan kurtulmak için, “devletçiliği” bir zırh gibi kullanmak istemiştir. CHP’nin devletçiliğinin esası budur.
9. “Kurtuluş Savaşı’mızın yer aldığı çağ Şafak revizyonistlerinin dediği gibi, ‘proleter devrimleri ve milli kurtuluş savaşları çağı’ değil, ‘proleter devrimleri çağı’dır.”
Ekim Devrimi bütün dünyada “proleter devrimleri çağı”nı açmıştır. Geri ülkeler de dahil, dünyanın her yanında burjuvazi, devrimden korkar hale gelmiştir.
Bu nedenle, burjuvazi herhangi bir devrime önderlik etmek bir yana, bizzat devrime köstek olmaya, devrimin ilerlemesini engellemeye koyulmuştur. Dünyada, proletarya önderliğinde yeni-demokratik devrimler ve sosyalist devrimler yer almaya başlamıştır. Bunun içindir ki, Büyük Ekim Devrimi’nin başlattığı çağ, “proleter devrimleri çağı”dır. Mao Zedung yoldaşın işaret ettiği gibi, Kemalist devrim, bu çağda yer almasına rağmen, proleter dünya devrimlerinin bir parçası değil, eski tip burjuva-demokratik devrimlerin bir parçasıdır. Şafak revizyonistleri, “proleter devrimleri çağı”na, bir de “milli kurtuluş savaşları çağı” ibaresini ekleyerek, Kemalist devrimin o çağda yer alan devrimlerin tipik bir örneği, tabii ve normal bir parçası olduğunu ispatlamaya çalışıyorlar; yani Mao Zedung yoldaşı yalanlamaya çalışıyorlar. Böylece, Şafak revizyonistlerinin Kemalizm hayranlığı ve dalkavukluğu kendini ele veriyor…
10. “Kurtuluş Savaşı’mız, Şafak revizyonistlerinin iddia ettiği gibi, ‘Asya’nın ezilen halklarına’ değil, Asya’nın korkak burjuvazisine ve bir de emperyalist ülkelerin mali-oligarşisine ‘cesaret ve umut vermiştir’.”
Asya’nın korkak burjuvazisi, Kemalist devrimde kendi gerici emellerinin gerçekleştiğini görmüştür; köklü bir anti-emperyalist ve anti-feodal devrim olmadan, kitlelerin devrimde hakim rolü olmadan, yerli hakim sınıfların çıkarları zedelenmeden, burjuvazi ve toprak ağalarını da rahatsız eden sömürge yapıyı tasfiye etmek, fakat, öte yandan emperyalist ülkelerle işbirliğine devam etmek, yarı-sömürge yapıyı devam ettirmek, emperyalistlerle el ele ülkeyi talan etmek ve kitlelerin köklü bir devrim isteğini emperyalistlerle birlikte boğmak ve bastırmak: Bu, köklü bir devrimden tir tir titreyen Asya’nın burjuva ve toprak ağası sınıflarının istediği şeydir. Nitekim Çin’de burjuvazi ve toprak ağaları, Kemalist Devrimin bir benzerini gerçekleştirmek için can atmıştır. Fakat Mao Zedung yoldaş, bu yolun çıkmaz olduğuna taa o zaman işaret etmiştir. Kemalist Devrimden, emperyalist ülkelerin mali-oligarşisi de cesaret bulmuştur.
11. “Şafak revizyonistleri, Milli Kurtuluş Savaşı’yla komprador burjuvazinin bütünüyle tasfiye edildiğini iddia ediyorlar ki, bu Türkiye gerçeklerine tamamen aykırıdır.”
İşaret ettiğimiz gibi, yıkılan, komprador burjuvazinin sadece bir kesimidir. Ve özellikle azınlık milliyetlere mensup olanlardır. Komprador burjuvazinin bir başka kesimi ise (İttihat ve Terakki içinde palazlanan Türk büyük burjuvaları), toprak ağalarının bir kesimiyle birlikte, Kurtuluş Savaşı’nın önderliğini ele geçirmiş, hakim mevkiye yükselmiştir.
12. “Kemalist iktidar, Şafak revizyonistlerinin iddia ettiği gibi, ‘siyasi bakımdan bağımsız bir milli burjuva diktatörlüğü’ değil, komprador nitelikteki Türk büyük burjuvazisinin ve toprak ağalarının bir kesiminin emperyalizme yarı-bağımlı diktatörlüğüdür…”
Şafak revizyonistlerinin iddiası, hem sosyalizmin genel teorisine aykırıdır, hem de ülkemizin gerçeklerine ters düşmektedir. Sosyalizmin genel teorisine aykırıdır; çünkü, artık geri ülkelerde genel bir kural olarak, siyasi bakımdan bağımsız milli burjuva diktatörlükleri mümkün değildir.
Şafak revizyonistlerinin, “Kemalist iktidarın siyasi bakımdan bağımsız bir milli burjuva iktidarı olduğu” tezi, Türkiye’nin gerçeklerine de aykırıdır. Şnurov yoldaştan aktardığımız deliller, Kemalist iktidarda feodalizmin söz ve nüfuz sahibi olduğunu, Kemalist iktidara ortak olduğunu yeterince kanıtlamaktadır.
13. “Şafak revizyonistleri, ‘Kemalist burjuvazinin halk üzerindeki diktatörlüğü, milli burjuvazinin karakteri icabı emperyalizmle ve feodalizmle uzlaştı’ diyorlar.”
Kemalist diktatörlüğün milli burjuva iktidarı olmadığına, komprador büyük burjuvazinin ve toprak ağalarının iktidarı olduğuna işaret ettik; bu nedenle emperyalizmle uzlaşması değil, işbirliği etmesi söz konusudur. Feodalizmle uzlaşma ifadesi ise, büsbütün saçmadır, çünkü burjuvazi, Kurtuluş Savaşı’nın başından itibaren feodalizmle ittifak halindedir. Kurtuluş Savaşı’nın önderliği bu ittifakın elindedir, iktidar başından itibaren burjuvazi ve toprak ağaları ittifakının müşterek iktidarıdır.
Şafak revizyonistleri, “uzlaşma” terimiyle “işbirliği” terimini bilinçli olarak birbirinden ayırmıştır. “Uzlaşma”, bilindiği gibi, devrimci ve ilerici olan bir sınıfın, bazı tavizlerde bulunmasıdır. Uzlaşma, bazı şartlarda doğru ve gerekli olduğu halde, bazı koşullarda da yanlış ve zararlıdır.
14. “Şafak revizyonistleri Kemalist iktidar dönemini temize çıkarabilmek için her çareye başvurmaktadır.”
Şafak revizyonistlerine göre, İkinci Dünya Savaşı öncesine kadar Türkiye, emperyalizmin nüfuz ve sömürüsünden azadedir. (M. Kemal dalkavukluğuna bakın siz). Türkiye’de “emperyalist sermayenin at oynatması” 1950’den sonradır. Bu tespit sadece şu açıdan doğrudur: 1950’den sonra Türkiye’ye giren emperyalist sermaye, önceki yıllara nispetle çok daha fazladır. Ama Şafak revizyonistlerinin görmek istemediği, inkara kalktığı bir gerçek daha vardır. Türkiye’de emperyalist sermaye, Kemalist iktidarın başından beri mevcuttur. İngiliz, Alman ve Fransız emperyalistleri, birçok alana yatırım yapmışlardır vs… 1935’lerden itibaren Alman emperyalizminin Türkiye üzerindeki nüfuzu ve sömürüsü artmaya başlamış, Saraçoğlu hükümetiyle de bu nüfuz ve sömürü doruğuna ulaşmıştır. İkinci Dünya Savaşı sonundan itibaren ise, ABD emperyalizmi ülkemize burnunu sokmuştur. 1950’den sonra ülkemizde doludizgin at oynatan, esas olarak ABD emperyalizminin sermayesidir.
15. “Kemalizm demek, fanatik bir anti-komünizm demektir.”
Kemalistler, M. Suphi ve 14 yoldaşını, kahpece ve hunharca boğazlamışlardır. TKP’yi, M. Suphi yoldaşın ölümünden sonra bu isme layık bir parti olmadığı halde, amansız bir şekilde ve her fırsatta ezmiş, bugün Amerikancı faşist sıkıyönetim mahkemelerinin yaptığını, Kemalist iktidar defalarca yapmıştır; her iki yılda bir, çoğu zaman her yıl en az bir kere, genel tutuklamalar düzenleyerek yüzlerce insanı polis işkencesinden geçirmiş, karakollarda ve zindanlarda çürütmüştür. Sovyetler Birliği’ne, menfaat sağlamayı hesapladığı müddetçe dalkavukluk etmiş, diğer zamanlarda sinsi ve azgın bir düşmanlık beslemiştir.
16. “Kemalizm demek, her türlü ilerici ve demokratik düşüncenin zincire vurulması demektir.”
Kemalizm’i övmeyen her türlü yayın faaliyeti yasaktır. İlerde, Kemalist iktidar aleyhine herhangi bir yazının çıkabileceği ihtimali dahi, yayın organlarının kapatılması için yeterli sebeptir. Sonu gelmez “örfi idareler” memleketi kasıp kavurmaktadır ve her bir “örfi idare” yıllarca sürmektedir; meclis, CHP’nin tepesindeki bir avuç yöneticinin ve onun değişmez başkanı M. Kemal’in elinde oyuncaktır; Anayasa da ve bütün yasalar da öyledir, ülkeyi gerçekte ordu yönetmektedir. Kemalizm demek, her alanda Türk şovenizminin kışkırtılması, azınlık milliyetlere amansız bir milli baskının uygulanması, zorla Türkleştirme ve kitle katliamı demektir.
17. “Kemalizm’in ‘istiklâl-i tam’ ilkesi demek, yarı-sömürgelik şartlarına seve seve razı olma ilkesi demektir.”
Kemalist Türkiye, yarı-sömürge Türkiye’dir. Kemalist iktidar, İngiliz-Fransız emperyalizmine ve daha sonra Alman emperyalizmine uşaklık eden, onlarla işbirliği eden bir iktidar demektir. Şnurov’un belirttiği gibi, Kemalistlerin emperyalistlerle olan sınıf kardeşliği, milli düşmanlıklarından ağır basmıştır; Kemalist iktidar, birçok defalar İngiliz, Fransız ve Alman şirketlerinin menfaatlerini korumak için, Adana-Nusaybin demiryolu grevinde olduğu gibi, işçileri kurşuna dizmiştir.
18. “Peki öyleyse, Kemalistleri SSCB ve Lenin niçin destekledi!”
Bunun cevabı gayet basittir: SSCB ve Stalin, Japonya’ya karşı Guomintang’ı niçin desteklediyse, bunu da onun için destekledi. ÇKP ve Mao Zedung yoldaş, Asya’nın, Afrika’nın ve Latin Amerika’nın geri ülkelerindeki komprador büyük burjuvazinin ve toprak ağalarının iktidarlarını, mesela Yahya Han’ın faşizmini, ABD emperyalistlerine ve Sovyet sosyal emperyalistlerine karşı niçin destekliyorsa, o dönemde SSCB ve Lenin yoldaş da, Kemalistleri onun için destekledi, yani o dönemde daha gerici ve daha büyük düşman olan İngiliz-Fransız emperyalistlerini tecrit etmek için destekledi; yani SSCB ve Lenin yoldaş, gericiler arasındaki çelişmelerden devrimin menfaatine ustalıkla yararlandılar. Mesele budur.
Kemalizm’e dalkavukluk eden revizyonistler, hışımla bağıracaklar: “Siz, Kemalizm’in milli kurtuluşçu yönünü reddediyorsunuz”. Hayır! Biz sadece Kemalizm’in “milli kurtuluşçuluğunun” niteliğini doğru tespit ediyoruz. Kemalizm’in milli kurtuluşçuluk olarak gördüğü şey, sömürge yapının kalkması, fakat yarı-sömürge yapının olduğu gibi muhafaza edilmesidir; emperyalizmin doğrudan hakimiyetinin kalkması, fakat dolaylı hakimiyetinin olduğu gibi devam etmesidir; emperyalizmle iktisadi ve siyasi işbirliğidir; emperyalizme siyasi bakımdan yarı-bağımlılıktır.
19. “Kemalizm’in faşizmle bağdaşmaması bir yana, Kemalizm, bizzat faşizm demektir.”
Kemalist diktatörlük, askeri faşist bir diktatörlüktür. 1930’ları yaşayan birinden dinleyen eski bir devrimci arkadaşın ifade ettiğine göre, o günlerde TKP’nin şiarı şudur: “Kahrolsun Kemalistlerin faşist diktatörlüğü”. Ama bu şiar, her nedense sonraları terk edilmiştir.
20. “M. Kemal, halkımızın ilerici tarihinin bir parçasıdır’ diyorlar. Halkımızın tarihi, zaten tümden ilericidir. Bütün dünya halklarının tarihi ilericidir.”
Ama M. Kemal, halkımızın tarihinin bir parçası değil, komprador büyük burjuvazinin ve toprak ağalarının ve onlarla birleşen orta burjuvazinin sağ kanadının, yani gerici sınıfların tarihinin bir parçasıdır. Mesela bir Fatih Sultan Mehmet ne kadar halkımızın tarihinin bir parçasıysa(!), M. Kemal de o ölçüde halkımızın tarihinin bir parçasıdır(!).
Şafak revizyonistleri, M. Kemal’i, Sun Yat-sen’e benzetiyorlar. M. Kemal, Sun Yat-sen’e değil, Çan Kay-Şek’e benzer; hatta Türkiye’nin Çan Kay-Şek’idir. Sun Yat-sen, ülkesinde komünistlerle ittifaktan yanadır; birçok komünist, bu arada Mao Zedung yoldaş, Sun Yat-sen’in partisinin merkez komitesindedir. Sun Yat-sen, Sovyetler Birliği ile samimi ve yakın bir dostluk kurmuştur. Sun Yat-sen, işçi-köylü yığınlarının hayat seviyelerinin yükseltilmesinden ve onlara burjuva demokrasisinin verebileceği azami hak ve özgürlüklerin verilmesinden yanadır; hayatta olduğu sürece de, bunun için mücadele etmiştir. Sun Yat-sen, toprak ağaları sınıfının amansız düşmanıdır; onlara karşı köylü kitlelerinin menfaatinden yanadır. Sun Yat-sen kapitalistlerin ve toprak ağalarının değil, köylü kitlelerinin sözcüsüdür.
CHP ne diyor? Kaypakkaya ne diyor? Ama üzüldüğüm şudurki; Kaypakkaya’yi yine CHP kullanıyor.