Murat Sevinç’ten Yılmaz Özdil’in “kalaşnikof’a sürülen şarjör” benzetmesine göndermeli bir yazı kaleme aldı: “Kürtler mevzubahis olduğunda, gerisi teferruat ve utanç…”
Sözcü yazarı Yılmaz Özdil’in HDP’ye verilecek oyları “kalaşnikof’a sürülen şarjör”e benzetmesi üzerine bir yazı kaleme alan Diken yazarı Murat Sevinç, “Memleketin asıl sorunu, milyonlarca insana ‘şarjör’ diyen zihniyet. O zihniyetin bu denli çok tutulması. Kendi terminolojisiyle, böylesine ‘parlamış’ olması.” diye yazdı.
İşte Murat Sevinç’in “Kürtler mevzubahis olduğunda, gerisi teferruat ve utanç…” başlıklı yazısı:
Kürtler söz konusu olduğunda, birbirinden nefret eden siyasi taraflar, hasımlar; nasıl da barışıveriyor. Nasıl da aynı dili kullanıyorlar. Nasıl da hep birlikte nefret kusuyorlar. Nasıl da kustukları nefreti, ayrımcılığı arsızca cilalıyorlar.
Memleketin şoven milliyetçisi, nasıl da son derece ‘nezih’ göstermeye çalışıyor tavrını. Tüyleri nasıl da diken diken oluyor.
Ama serde demokratlık da var ya; hemen başlıyorlar Kürt komşularını, gittikleri lokantadaki Kürt garsonla nasıl da sohbet ettiklerini, Kürt arkadaşlarını sayıp anlatmaya. O kadar iyiler, öyle insancıllar ki, Kürtlerle bile sohbet ediyorlar; daha ne olsun!
Nasıl da küçümser bakıyorlar ‘insan hakları’ diyene, ‘eşit yurttaşlık’ diyene, ‘anadil’ diyene. Nasıl da eminler her konuyu bildiklerinden, bilgi ve bilinç sahibi olduklarından. Nasıl da tespit edebiliyorlar bizlerin kandırıldığını. Nasıl da bilebiliyorlar, görebiliyorlar aldatılmış olanlarımızı. Nasıl da ders veriyorlar biz şaşkınlara.
Nasıl fark ediyorlar bölücü emelleri. Nasıl anlıyorlar, görüyorlar o büyük uluslararası projeleri. Nasıl da uyarıyorlar bizleri, görmeyenleri, kandırılanları, safları.
Nasıl da tüm bu tespitleri, hemen hiçbir şey bilmeden ve okumadan yapabiliyor ve anlaması güç bir birikim sahibi oluyorlar.
Bizleri uluslararası güçlerin komplolarına karşı bitmez tükenmez bir azimle uyarıp nasıl da tatillerini ABD’de, İngiltere’de geçiriyorlar. Çocukları ‘emperyalist’ memleketlerde okusunlar, yüksek lisans ve doktora yapabilsinler diye nasıl da çırpınıyorlar.
Nasıl da kurtarıyorlar dünyayı şık cadde kahvelerinde.
Nasıl da umursuyorlar hiç görmedikleri ve belki de hiç görmeyecekleri toprakların ‘bütünlüğünü.’
Nasıl sahip çıkıyorlar adam yerine koymadıklarının yaşadıkları bölgelere, mezralara, köylere. Nasıl da eleştiriyorlar oduna kömüre oy verecek kadar bitkin, çaresiz, yoksul insanların hallerini.
Nasıl da kızgınlar eğitim hakkından mahrum bırakılmışların eğitimsizliğine, cehaletine. Ve nasıl da memnunlar, aldıkları eğitimden. Nasıl da kendi sahip oldukları eğitimin, bir ‘eğitim’ ve edindiklerinin ‘bilgi’ olduğu özgüveniyle yaşıyorlar. Nasıl da karşı ve kapalılar, bilimin ön koşulu olan kafa karışıklığına, değişimin ön koşulu olan farklı görüşlere, farklılıklara.
Nasıl da mutluydular zamanında ‘Ermeni dölü’ manşetleri atıldığında gazetelerde. Nasıl da memnundular hayatlarından, Ahmet Kaya ‘şerefsizlik’le itham ve ölümle tehdit edilirken.
Nasıl da hiç ama hiç umursamadılar, hiç ama hiç ilgilenmediler; el kadar çocuğun, 12 yaşındaki Uğur Kaymaz’ın bedeninden 13 kurşun çıktığında. Şehirde değildi, Kürt’tü Uğur ve Mardin Kızıltepe’deydi. Nasıl da aldırış edilmedi 12 yaşındaki o güzelim çocuğun 13 kurşunla katledilmesine, ayağında terlikleriyle.
Nasıl da kullanıldı, yıllarca Türkiye evlerine gelen yoksul aile çocuklarının, askerlerin cenazeleri. Nasıl da yaşamlarında hiçbir şey değişmedi ve gerçek bir acı, sorumluluk duygusu hissedilmedi. Nasıl da desteklendi on binlerce insanın ölümüne neden olan siyasetler, siyasal partiler.
Nasıl da köylerinin yakılması, ormanlarının yakılması, insan dışkısı yedirilmesi seyredildi, o ‘bölücü köylüler’in.
Nasıl da en bayağı, en yüzeysel ve saldırgan üslupla kaleme alınmış yazılara, ‘düşünce’ muamelesi yapıldı. Nasıl da milyonlarca Kürt’ün ve diğer etnik grupların, yüzlerce inancın yaşadığı bu bereketli toprakta ‘Kürt yoktur’ denilebildi. Nasıl da milyonlarca insana, böyle bir memleketin yüzde 99’unun Türk-Müslüman olduğu belletildi.
Nasıl oldu da koskoca ömürler bu ‘tuhaflık’ hiç sorgulanmadan geçirildi.
Nasıl herkes bu denli milliyetçi ve inkârcı oluverdi. Böylesi sorgusuz sualsiz yaşayabildi ve yaşayabiliyor. Nasıl olup bir gazeteci (Türkiye’de böylesinden mebzul miktar olduğu için ismini vermeye gerek yok), üstelik en çok okunanlardan biri, 2015 yılında, bir partiye oy verecek milyonlarca yurttaşı, ‘Kalaşnikof’a sürülen şarjör’ olarak tanımlayabiliyor: “Hangi liboş televizyonu açsak, bu halde… 30 senedir gazetecilik yapıyorum, böyle cila, böyle makyaj, böyle ambalaj görmedim. Elbette keyfiniz bilir ama… Liboşlara uymayın. Siz siz olun. Kalaşnikofa şarjör olmayın.” Nasıl olup bu düzeyde biri, 100-150 sözcük kullanarak, ‘böylesine parlatılabildi, makyajlanıp ambalajlanabildi’ toprağımızda.
Ve hatta nasıl olup bu toplumun bir kesimi için liberallik, faşizmden çok daha tehlikeli ve uzak durulması gereken bir siyasal akım olarak algılanabildi.
Sabaha kadar yazmak, günlerce dertleşmek, tartışmak mümkün elbet. O buna oy vermiş, şu şuna oy verecekmiş, HDP barajı geçer miymiş, Kılıçdaroğlu kalır mıymış, müteahhitler üzülür müymüş, sonrasında nasıl bir hükümet kurulurmuş şu bu… Her biri üzerine yeteri kadar gevezelik ediliyor.
Vallahi hükümet kurulur herhalde, 1876’dan bugüne kuruluyorsa yine kurulur. Biri başbakan olur. Birini meclis başkanı seçerler. Belki koalisyon olur. Daha önce de olmuştu. Mesele değil, hepsi olur. Hep olmuştu.
Memleketin asıl sorunu, milyonlarca insana ‘şarjör’ diyen zihniyet. O zihniyetin bu denli çok tutulması. Kendi terminolojisiyle, böylesine ‘parlamış’ olması.
Mesele Kürtler olduğunda, o zihniyetin hiç hazzetmedikleriyle bir anda ittifak yapabilmesi. Hep birlikte, yüzleri hiç kızarmadan, hiç utanmadan 12 Eylül faşizminin alâmetifarikası olan seçim barajının, duacısı haline gelmeleri.
Öyle yakışıyorlar ki birbirlerine. (Murat Sevinç/Diken)