Ne garip bir muamma “Ene”. İnsanı daha süslü yapan bir ziynetmi yoksa defektimi? İster doğal seleksiyona inanın ister tecelliyata, kabul edersiniz iç dünyamızda ruhumuzu yoğuran bu aletin bir faydası/anlamı olması gerekiyor. Sorum her iki gruba;
Eyy Neodarwinistler siz değilmisiniz canlıyı daha iyi bir model haline getirmeyecek donanımlara kapılar kapalı. Şayet öyle ise “Ene” 4.5 milyar yılllık “insanlaşma serüvenimizin” hangi döneminde bizi doğaya selekte ettirdi? Nerde gurur yaptıkda hayatta kaldık? Bu sorular hâlâ tartışmalı olan evrim hipotezi için henüz saha dışı. Evrim insanın biyolojik tabiatını şöyle ya da böyle açıklayabilse dahi onun düşünsel varlığını asla açıklayamacaktır. Evrim’in en hazin handikapı ensesinde nefesini hissettiği ruh’un kaçınılmaz varlığını kabulüdür.
Peki ya siz eyy inananlar; çelik tasa konulsa eritebilecek kadar “maraz” olan bir haslet neden insanın iç dinamiğine eklenmiş? Siz değilmisiniz “İnsan Allah’ın büyüklüğü karşısındaki kendi küçüklüğüyle onun huzurunda saygı ile durup gözünü hep rıza-ı ilahiye dikmeli” diyen. Bu “sıfırlandıkça kazan” yaklaşımıdır. Yani, insan “ben”i unutup, kendi üstüne çizgi çekip “sıfırım” dediği zaman kazanma potasına giriyor diyorsunuz. Ancak “ene”nin varlığı kişisel vücudiyeti gerektirir. Yani “ben”in kabulünü zorunlu hale getirir. Dolayısıyla insan kendi alanının sınırlarını çizip buraya kadar benim buradan sonrası yaratıcının diyerek “huzura” gelir. Halbuki inananlar teknik olarak mümkün olmayan “sıfırlanma”nın peşinde koşarlar. Sıra söyleyeceklerimde;
Çağ onun çağı şüphesiz. İhtiyaç sahibine yardım ederken selfi (özçekim) çekip sosyal medyada paylaşan gösteriş müptelaları ile altın günlerini yaşıyor. Ene’nin meltemine kapıldı mı kurtulmak da o kadar kolay değil. Dinamikleri ile oynadığı aklı dışarıya açmak, ikna etmek imkansız çünkü bu “maraz”ın bünyedeki ilk icraatı; bildiğini en doğru bellemek, muhalif fikirleri reddetmek ve gözü içe dönmüş düşünmeyen zombiler üretmek.
Ene, gurur, kibir hepsi aynı zakkumun meyvesi. Cennette yenen yasak meyve’den bile daha zehirli, daha tehlikeli. Yasak meyvenin tohumu toprağa yeniden varlık olarak, insanlık olarak düştü ancak bu meyvenin tohumu varolma mücadelesinde insanı yokluğa hapsediyor. Beynine kan değilde ene pompalayan insanın kendi mahkemesi vardır, hakikati eğip büktüğü. Ne hukuka ihtiyacı vardır ne adalete, ne hakka riayet eder ne hakikate iltica. Çok sürmez, despotluğa dolidizgin koşar böylesi. Karartır tarihin sayfalarını.
Kudretinin arttığını düşündükçe küçülür. Hayat hakkını vermez farklı renklere. İster ki, her yer kendi gibi kararsın, ister ki güneş doğmasın. Dolayısıyla saldırır hukuka ve ifade özgürlüğüne olanca gücüyle. Çünkü iyi bilir bunlardır kendini demir tahtan alacak olan, bunlardır ona insani küçüklüğünü hatırlatan.