Bazı büyüme hikâyelerinin esas meselesi genelgeçer büyüme sancılarından ötesine geçer: Herkesten farklı olduğunu anlamak, “normalin” dışında kaldığını fark etmek, çoğunluğun kurallarıyla dönen bir dünyada azınlık olmak; fiziksel özelliklerin, cinsel kimliğin ya da etnik kökenin nedeniyle dışarıya itilmek ya da itileceğini düşünmek… Herkesin bir büyüme hikâyesi vardır. Ve benim hikâyeme Spider-Man eşlik etti. Radyoaktif bir örümcek tarafından ısırıldıktan sonra süper güçlere sahip olan liseli Peter Parker’ın ezbere bildiğim hikâyesinin sinemadaki farklı izdüşümlerini Tobey Maguire, Andrew Garfield ve Tom Holland’ın geçirdiği dönüşümlerle izledim; kendi dönüşümümü ve kabullenişimi Tobey Maguire ve Andrew Garfield arasında bir yerde yaşadım.
“Ezbere bildiğim” dedim ya; işte 2018 yılında gösterime giren animasyon film Spider-Man: Into the Spider-Verse, hikâyesinin herkes tarafından ezbere bilindiğinin bilincinde olarak çıkmıştı yola. Peter Parker’ın, namıdiğer Spider-Man’in ölüm haberiyle sarsılan bir evrende yaşayan; siyah ve Latin Amerikalı köklere sahip liseli genç Miles Morales de filmin kendisi kadar farkındaydı hikâyesinin ezbere bilindiğinin ve sil baştan anlatıldığının. Aynı evrende yeni bir Spider-Man yaratan yeni bir örümcek ısırığı, çoklu-evrende yarattığı anormallik sebebiyle türlü evrenden Spider-Man ve Spider-Woman’ları (hatta bir Spider-Pig’i) Miles’ın evreninde toplamış ve hem hikâye anlatıcılığı hem de animasyon teknikleri açısından çığır açan bir film ortaya çıkarmıştı.
İlk film o klasik mesajın (“Büyük güç büyük sorumluluk gerektirir.”) olduğu kadar bir açılma sürecinin filmiydi. Miles’ın yeni Miles’ı, yani kendini ve gücünü kabullenişinin filmi. Büyürken, kendimizi anlamaya ve kabullenmeye çalışırken beynimizin içinde dolaşan onlarca farklı “bizin” farklı şekil ve suretlerde tezahür etmiş hâlleri filmde Miles’ın kendiyle barışması için bir araya geliyor ve onun kendini kabullenmesi için birlik oluyordu.
Beş yıl sonra gelen devam filmi Spider-Man: Beyond the Spider-Verse, bir kez daha farklı evrenlerden onlarca Örümcek-İnsanı bir araya getiriyor. Bu kez Miles; farklı evrenlerin yüzleşmek zorunda kaldığı bir tehditle karşı karşıya kalıp işleri kendi başına düzeltmeye çalışınca, ilk filmden hatırladığımız Örümcek-Kadın Gwen Stacy dâhil birçok Örümcek-İnsanı yanında değil karşısında buluyor. Devam filmleri aynı tadı vermez, bilirim. Ama iç içe geçen farklı animasyon tekniklerinin ahengi, yaratılmış farklı evrenlerin görsel zenginliği ve Daniel Pemberton’ın temposu yüksek müzikleri ilk filmin çizgisini korumakla kalmayıp onun ötesine geçmeyi başarıyor. Oscar ödüllü ilk filmin verdiği bir solukta okunan çizgi roman tadı bu filmde de var: 140 dakikanın nasıl geçtiğini asla anlamıyorsun. Üstelik o 140 dakikanın sadece bir “Bölüm 1” olması (filmin kaldığı yerden başlayacak Spider-Man: Beyond the Spider-Verse çok bekletmeden, önümüzdeki yıl gösterimde olacak) seni zerre rahatsız etmiyor.
Bu ikinci filmin meselesi de büyümekle, kabullenmekle ve “Büyük güç büyük sorumluluk gerektirir.” mesajıyla ilişkili pek tabii ki. Fakat film, kendini kabul etmek ya da kendini kabul ettirmekten çok gerçekleri kabulleniş süreciyle ilgili: Bazı şeylerin senin elinde olmadığı, bazı şeyleri ne yaparsan yap değiştiremeyeceğin, her şeyi düzeltmek ve yoluna koymak için bazı şeyleri fedâ etmek gerektiği ile ilgili. Miles’ın bu filmdeki yolculuğu fedâ edemeyiş ve kabullenemeyişlerin en acı, en tatsız şekilde sonuçlanabileceğini gösteriyor ve söylüyor: Yapman gereken fedâkarlıklardan kaçınır ve değiştiremeyeceğin şeyleri kabullenemezsen bu dünyanın en kötü insanıyla karşı karşıya gelirsin; kendinle. Geçtiğimiz yıl izlediğimiz bir filmden hatırlayabileceğin gibi: Hangi evrene gidersen git kaçamayacağın şeyler vardır ve “her şeyi” bir bagel’ın üzerine koymaya çalışırsan hiçbir şeyin tadını alamazsın.
Film: Spider-Man: Across the Spider-Verse
Yönetmen: Joaquim Dos Santos, Kemp Powers, Justin K. Thompson
Süre: 140 dakika
Yapım yılı: 2023
Kaynak: Aposto/Emre Eminoğlu