Rıza Yalçın Koçak
Tamam, ölümün dondurucu ayazını buz kesme tehlikesine rağmen düşürmeyelim dilimizden. Kan kokusunun karşısına dikiverelim baharın buğusunu. Envai çeşit çiçekten, yağmuru çekiverince içine buram buram eden topraktan ilham aldığımız hikâyelerle çevreleyelim etrafı. Göz bebeklerimize gelip konan yaşları hesapsızca salıverelim yaşamın göbeğine, çağlayan misali. Tamam, yaşamdan yana tavır alıp, iliklerimizce canın derdinden dem vuralım.
Biz, bunu ezber ettik. Biz bunu yapıyoruz nicedir vakit. Biz buna sarıldık. Bununla çabaladık. Buna bağladık belimizi. Bundan medet umarak, bu sebepten umut binasını inşa etmekten geri durmadık.
Olay yerinde keşif yapan savcı gözlemlerini paylaşmış; ‘yaşlı bir kadının elinde sıkı sıkı tuttuğu 65 yaş kartı vardı. Kiminin elinde ekmek poşeti, kiminde bir ısırık alınmış simit.’
Biz de simit yiyorduk 10 Ekim’de. Yarım kalmış lokmalarımız kaldı elimizde, sıkı sıkı tuttuğumuz. Kimimiz 65 yaşında idik, kimimiz daha çok. Hep biz ölüyoruz diyerek kahkahalar eşliğinde dansa durduk bazılarımız. Cenazelerimizin ortasında. Durduramadık kendimizi. Gördüğümüzün kâbus olması temennisi ile çığlıklarla uyanmaya çalıştık. Olmadı. Yoldaşlarımıza basmayın diye bağırdık birbirimize. Ellerini, ayaklarını topladık insanların. Üzerlerini kapattık barış yazan bayraklarımızla. Neyse, konu bu değildi değil mi?
Bir kısım Ankaralılar anKaram etiketiyle güzelim memleketin güvensiz bir mekana dönüşmesinden dem vuruyor. Güvenpark’ta oturulup çekirdek çitlenir, arkadaşla buluşulur, heykelin önünde fotoğraf çekinilir gibi olağan fiiliyatların karşısına ama Güvenpark’ta parçalanarak ölünmez diye dikiliyor kimi. Hiçbir yerde parçalanarak ölünmemesi gerektiğini, kimsenin cesedinin zırhlı aracın arkasına bağlanmak suretiyle sürüklenmemesi gerektiğini, kimsenin 12 yaşındaki yavrusunun cenazesini derin dondurucuda saklamaması gerektiğini, doğup büyüdüğün topraklarda, evinden çıkarılmamanın, evinde iken de roketatarlarla vurulmanın normal olmadığını, bunların karşısına da dikilmesi gereken olağan fiiliyatların olduğunu, Sur’da da çekirdek çitlenip, simit yenebileceğini, dört ayaklı minarenin kurşunlanmadan bir de altına barış elçilerinin kanı dökülmeden evvel fotoğraf çektirmek için muazzam bir mekân olduğunu anlatabilmek gerekiyor.
‘Kim yapmış olursa olsun, masum insanlara kıymak terörizmdir’ deyiverenler var bir de. Masumiyete dair çizginin ortadan kaybolduğu şöylesi bir süreçte hem de. Cumhurbaşkanın açıktan terör ve terörist tanımı yapmalı bunu da ceza kanununa almalıyız, ya bizi desteklersin ya da terörü dediği bir süreçte üstelik. Devletin resmi kayıtlarında terörist olmamız an meselesi iken. Aç, susuz, karanlıkta, bodrum katlarda, ateş altında bırakılarak öldürülen insanlarımız geliveriyor aklımıza. Onların devlet cephesinde geçersiz masumiyetleri.
Hayır, yanılıyorsunuz acılarımızı yarıştırmıyoruz. O devletin işi. Yargısıyla, basınıyla, kolluğuyla, kendinden menkul kriterleri ile o iş, katliamda mahir olanların işi.
Ölümleri ayırmıyoruz. Hep biz öldük az da siz ölün demiyoruz. Katliamda yaşamını kaybeden insanlarımıza oh olsun demiyoruz.
Artık başka bir noktada olduğumuzu gösterme kaygısı bizimkisi. Savaş kıran kırana girivermişken, kitaplardan ansızın çıkıverip yaşamlarımızın göbeğine, yaşamı sürdürebilme çabamız ve geleceğe hesap verebilme kaygımızın sonucu anlatmaya çalıştıklarımız.
Artık, bodrum katlarında ışık huzmelerine hasret, öldürülme korkusunu an be an yaşamış, evleri başlarına yıkılmak suretiyle aç susuz bırakılmış, ailelerini kaybetmiş bir nesil ile birlikte yaşıyoruz. Şiddete davet hususunda devlet ziyadesiyle bonkör davrandı bu insanlara. Ve biz topyekun bir ses, soluk, çığlık olamadık bu zulüm sürecinde. Bizden uzak yılan sandık savaşın kendisini. Değil 1000 yıl 1 nefes yaşamasının dahi hepimizi kasıp kavuran bir fırtınaya dönüşeceğini bilmemize rağmen. Devlet katında bir anlam ifade etmeyen masumiyetlerimiz, bilmem kaç ton patlayıcıların arasına yerleştirilmiş demir bilyeler cephesinden de anlam ifade etmeyecek.
En acısı, kör kurşun doldu memleketin dört yanı. Her yerden sesi duyuluyor artık savaş tamtamlarının. Tetiğe kimin bastığının önemi kalmadı, bir ateş çemberine atılıverdik hep birlik. Sonumuz, ezilenden yana ve umutlu ola.