“Her insan kendi içerisinde ayrı birer kainattır”, yazıp-konuştuğu şeyleri kendi fikir dünyasının renkleriyle boyar. Aristo’nun bu felsefik söylemini, laboratuvar çıktıları ile vermenin daha anlaşılır ve kalıcı olacağı kanaatindeyim. Son zamanlarda modern bilimin ortaya koyduğu verilere göre; insan sinir sistemini oluşturan 100 milyar sinir hücresinin bir araya gelip bağlanma şekilleri ve bağlandıklarında oluşturdukları “fraktal” geometrik yapı her insan için farklıdır. Daha ilginç olanı ise, hayatın farklı dönemlerinde meşgul oldukları şeylere ve yönelimlerine göre sinir hücrelerinin birbirlerine bağlanarak oluşturdukları geometrik oluşumlar değişmesidir. Dolayısıyla, insanın düşüncelerinde, her gün maruz kaldığı fikirlere ve olaylara göre şekillenen “fraktal” örgünün esintileri vardır.
Tarafsız olmaya çalışmak, sunulan fikir çıktısını “janjanlı” göstermeye yarayan boya-badana yapmaktan başka bir aldatmaca değildir. Çünkü yazıp-konuşan insanlar, en başta kendi düşüncelerinin dolayısıyla bu düşünceyi oluşturan çevresel ve içsel faktörlerin en sıkı taraftarlarıdırlar. Onları dinleyenler ise, “taraflı, tarafsız” değerlendirmesini kendi fikir heybelerini baz alarak yaparlar. Yani, konuşmacı ve dinleyici arasında ya da yazar ve okur arasında bir fikir çatışması var ise, “alıcılar” söz konusu beyanatı “taraflı” ya da “filan grubun/partinin şakşakcısı” gibi ifadeler ile “shift+delete” yaparlar. Şayet fikir çatışması yok ise, yani aktarılan bilgi okuyucunun/dinleyicinin fikir filtrelerine takılmadan, hazım problemi yaşamadan sindiriliyorsa beyanat “tarafsız” kabul edilir.
Ene, en tarafsız olanı (şayet varsa öyle bir taraf?) benimsemekten öte, kendinde olanı en tarafsız kabul etme temayülü içerisindedir her zaman.
İnsan akli ve ruhi dünyası itibari ile çevresiyle sürekli alış-veriş halinde olan, bunu yaparken de topluma kendi düşünce motifini ilmik ilmik işleyen, bir o kadar da toplumun “kasnağında” şekillenen psikodinamik bir varlıktır. Dolayısıyla insanın “tarafsız” olmaya çalışması dahi toplumsal bir algının taraftarı olmasındandır. Çünkü kişileri, olayları ve fikirleri kendi fikir laboratuvarımızda tahlil ederken, bize ait olan fikir materyallerimizi kullanılırız, önce kendi fikirlerimiz ile çarpıştırır sonrasında bir hükme varırız. Kabul etmediğimiz hiç bir bilgi “tarafsız” değildir. Bu da bizim “tarafsızlık” teriminin meşrutiyetini sorgulamamıza sebep olan ana dürtüdür.
İnsan için hâl böyle olunca, medyanın da tarafsız olmasını beklemek öküzün altında buzağı aramak gibidir. Günümüzde medya kuruluşlarından tarafsız kalmalarını beklemek şöyle dursun, çoğunda toplumsal psikolojik bilinç mimarlığılına soyunmuşluk vardır. Belli bir partinin, grubun ve patronların benimsediği fikirleri topluma empoze etme yarışı içine girmişlerdir. Tarafsız kalma uğraşları, yerini, en iyi nasıl ikna edici olunur sorularına bırakmıştır.
Yazının sonuna gelirken, Türkiye medyasında ajanslar, kanallar ve gazetelerin ne kadar agresif olduğundan bahsetmeyi, abeste iştigal görmekteyim. Göz ucuyla dahi medyayı takip edenler de bilirler ki, haber şirketinin ideolojisiyle zıt düşen yazılar, haberler yayın akışına alsa kabul edilmez. Hatta bununla kalmaz, karşıt ideolojilerin sesleri olan medya kuruluşları arasında karşılıklı taşlaşma günün rutini haline gelir. “Öteki” ni susturma çabası yazılarda ve konuşmalarda hakareti, asparagas haberleri hatta yakın zamanda Ahmet Hakan’a yapılan hunharca saldırıları bile meşrulaştırabilir.
Diktacı medyanın bize verdiklerini bir de bu açıdan değerlendirme temennisiyle..