Laz Dili ve Kültürü alanında araştırmalar yapan Kâmil Aksoylu ‘Lazca Deyimler Ve Atasözleri Sözlüğü’ adıyla üçüncü kitabını yayımladı. 27 Mart Pazar günü yapılan söyleşi ve imza gününde Press HABER olarak Kamil Aksoylu ile kısa bir söyleşi yaptık.
Kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?
1957 Artvin/Arhavi Lome köyü doğumluyum. Bildiğiniz gibi Laz kültürü üzerine çalışmalar yapmaktayım. Bu çalışma Laz kültürü alanında üçüncü, Lazca deyimler ve atasözleri üzerine ikinci kitabımdır.
Çalışmalarınızdan söz eder misiniz? Nasıl başladınız ve nasıl yürütüyorsunuz.
Ben Türkçeyi ilkokuldan sonra öğrenmeye başlayan biriyim. Lazcanın bir dil olduğunu 35 yaşımdan sonra bir hayli geç sayılabilecek bir yaşta fark ettim. Lazca üzerine 1990’lı yıllarda çalışmaya başladım. İlk kitabım Laz Kültürü adıyla 2009 yılında yayımlandı. İkinci kitabım Lazuri Notkvamepe (Lazca deyimler) 2012 yılında ve bir ay önce de elinizdeki kitap Lazca Deyimler Ve Atasözleri Sözlüğü yayımlandı. Çalışmalarımı ağırlıklı olarak Arhavi yöresinde alan araştırmaları ile sürdürüyorum. Kitapta deyimlerin yanı sıra Laz alfabesi, alfabe kullanımı ve diyalektolojik özellikler örneklerle anlatıldı. Ayrıca Lazcada en çok kullanılan zaman ve ölçü birimleriyle akrabalık, hastalıklar ve organların adlandırılmaları eklendi.
Bu deyimler üzerine çalışmanızda özellikle bir amacınız var mıdır?
Elbette ki var. Lazca binlerce yıldan bu yana hiç yazılmadan tamamen dilden dile, kulaktan kulağa ve gönülden gönüle akarak sözlü bir dil olarak günümüze kadar geldi. Yani Lazca güçlü bir sözlü geleneğe sahiptir. Bu durum müthiş dil estetikleri yaratmış. Dilin bütün gücü söze vurmuş. Süreç içinde azımsanmayacak kadar deyimlerin unutulup kaybolmakta olduğunu gözlemliyoruz. Amacımız elimizden geldiğince bu kayıpların önüne geçmek ve kültürel değerlerimizi kayıt altına almak.
Peki, yeterince kitlesel ulaşım sağlanabiliyor mu? Bu çalışmalarla en azından Lazlara ulaşılabiliyor mu?
Ortalama bir başarı sağladığımızı söyleyebilirim. Ayrıca Lazların dışında da çalışmalarımıza ilgi gösteren azımsanmayacak bir kitle oluştu. Örneğin bu söyleşimizde bile aramızda Laz olmayan kültüre meraklı insanların olduğunu belirtmeliyim.
Sizin dışınızda çalışmalar yapılıyor mu ya da nasıl bir çalışma yürütülüyor?
Elbette ki yapılıyor. Ben bu çalışmaların küçük bir parçasıyım. Roman, şiir, öykü ve masal kitapları yayınlanıyor. Sözlük ve gramer çalışmaları yapılıyor. Ders kitapları yayınlanıyor. Laz Kültür Derneği ve yöresel dernekler tarafından yayınlar dışında da çeşitli etkinlik organizasyonları yapılmaktadır. Merkezi İstanbul’da olan Laz Enstitüsü tarafından eğitim ve öğretim müfredatına uygun ders kitapları hazırlanmaktadır. Yapılanlar elbette ki yeterli değil ama önemli bir yol alındığını söyleyebilirim.
Bu çalışmalarda herhangi bir zorluk ya da yasal bir engelleme ile karşılaşıyor musunuz?
Çeşitli zorluklar mutlaka vardır, olacaktır da. Bana göre en önemli sorun yeterince duyarlılık sağlanamaması. Yeterince alan araştırmalarının yapılamaması. Dahası yeterli donanıma sahip kişi ve kurumların olmaması bu çalışmaların en zor yönünü oluşturmaktadır. Ben şahsen yöntem ve metot olarak çok eksik kalıyorum ve zorlanıyorum. Yasal engellemeye gelince 90’lı yıllar için söylenebilir ama bugün bizim yaptığımız çalışmalara hiçbir yasal engel yok. Bizim yaptığımız tüm çalışmalar dil ve kültürel alan içindedir. Yasal alan dışında herhangi bir faaliyetimiz yoktur. Dernekler yasal bir kurum, enstitü yasal bir kurum, yayın faaliyetlerimiz zaten kültür bakanlığı kanalından geçiyor. Yani yasal bir engellemeye sebep yok.
Peki, devlet tarafından bu faaliyetler destekleniyor mu veya yeterli destek sağlanıyor mu?
İşte bütün sorun bu. Devletin seçmeli ders uygulaması dışında elle tutulur gözle görülür bir uygulaması yok. Daha doğrusu devletin anadili eğitimi ile ilgili belirgin bir politikası yok. Bu söylediğim sadece devlet için değil, iktidarı, muhalefeti bürokratı herkes için geçerli. Dünün en tutucu kesimi bile anadili ana sütü gibidir, anadili en temel insan hakkıdır derken sadece lafta kalıyor. Bir kere seçmeli ders uygulaması yeterli olmaması bir yana işe ciddi bakılmadığının bir göstergesidir. Yerel dillerin en azından zorunlu ders kapsamına alınması gerekir. Bir sürü yabancı diller zorunlu iken anadili müzik gibi, el sanatları gibi seçmeli ders oluyor. Seçmeli dersler daha çok öğrencinin yeteneği, ilgisi ve arzusu doğrultusunda verilen bir uygulamadır. Anadilini bu kapsamda değerlendirmek bu işin ne kadar ciddiye alındığının bir göstergesidir. Bu alanda değişik ülkelerin değişik uygulamaları var. 200 civarında BM’ye kayıtlı ülkelerin 113’ünde birden fazla resmi dil var. Çeşitli ülkeler yerel dilleri yasalarla korumaya alırken, bizde bölünme fobileri üretilip Türkçe dışındaki dilleri bir kenara iterek uygar dünyada yer almaya çalışılıyor. Devlet anadilini öğrenmek istiyorsan git okulunu ya da dershaneni kur öğren diyor. Devlet engeli yok denen durum bu. Ama yerel dillerin geçer akçe olarak ekonomik bir değeri yoktur. Hangi özel sektör bu alana yatırım yapar. Oysa devlet tüccar değil, olaya tüccar mantığıyla bakmaz. Çok dillilik ve çok kültürlülük ülke için bir değerdir. Anadili ana sütü gibidir diyenler öncelikle ana sütünün parayla satılmadığını da iyi bilmelidir.
Yani siz devleti bu alanda çok yetersiz mi görüyorsunuz?
Bu alanlarda devletin henüz adı yok. Devlet, anadili eğitimi almak istiyorsan git oklunu kendin kur derken, seçmeli ders için de eğitim müfredatını da kendin hazırla ama benim onayımla diyor. Oysa yapılması gereken diğer ders kitaplarında olduğu gibi bu kitapların da devlet eliyle öğrencinin sırasına kadar ulaştırılmasıdır. Ayrıca seçmeli derslerle anadilleri öğrenilemez, yaşatılamaz. Devletin bu alanda öğretmen yetiştirmesi gerekir. Şu an yapılan uygulana, müzik derslerine beden eğitimi hocasının girmesi gibi yapılan bir uygulamadır. Bu işin ciddiyeti üniversitelerde ilgili bölümlerin olmasıdır. Üniversite disipliniyle araştırmalar yapılıp akademisyenler yetişmeli, ders verecek hocalar yetiştirilmeli ki öğrenciler de bu alana yönlendirilip bu işi yapabiliyoruz diyebilelim.
Son olarak vermek istediğiniz bir mesajınız var mıdır?
Dil ve kültür bir ülkenin bir toplumun ortak değeridir. Çok dillilik ve çok kültürlülük toplumsal bir niteliktir. Bu niteliği kaybetmek değil, geliştirmek gerekir. Hiçbir dil, hiçbir kültür başka bir dile ve kültüre göre daha çok ya da daha az değerde değildir. Ben şahsen yakın bir gelecekte bunların bir sorun olmaktan çıkıp, herkesin istediği ve tercih ettiği eğitim olanaklarını bulacağı düşüncesindeyim.
Görüşlerimi açıklama fırsatı sunduğunuz için çok teşekkür ederim.
kardeşim bu daldaki başarılarının devamını diliyorum.Karadenizlileri laz’lar olarak bilirdik ama söyleşinde daha farklı bilgilere azda olsa sahip olduk. Adana’da bulamadım kitabını.yinede başarılar kardeşim.