Ana SayfaVe insanYaşar Kemal: Sevmek,...

Yaşar Kemal: Sevmek, Sevinmek, İyi Şeyler Üstüne

Siz ne derseniz deyin, ben bıktım. Nah burama geldi. Neredeyse öfkeden, çaresizlikten boğulacağım. Kendimi kandırmaya çalışıyorum. İyi olacak, iyi olacak! Başkalarını da kendimle birlikte kandırmaya yöneltiyorum belki, iyi olacak, iyi olacak. Ne zaman? Çok yakın mı? Ya da bin yıl sonra mı? İşte onun orası belli değil. Ben sadece iyi olacak, diyorum. İyi olacak diyorum ya, siz ona bakın! On yıl, on iki yıl orman yazısı yaz… Git şu koskoca Anadolunun ormanlarını adım adım dolaş, yıkılmışlığını, yakılmışlığını gör, yurdun çöl olmaya doğru gittiğini gör, on iki yıl durmadan ha yaz, de yaz. Hiçbir ses çıkmasın. Sen yazdıkça onlar ormanı yok etsinler. Sonra, daha iyi olacak, iyi olacak. Halkın mağarada yaşıyor, aç, perişan, üstelik de sömürülüyor. Yıllar yılı bunu da yaz. Toprak reformu de, ağalar de, toprak ölüyor de… Hiç mi hiç ses gelmesin. Dünya sağır olsun… Sonra sen gene durmadan bağırtını sürdür. Buna can mı dayanır. Bu memleketin canına okuyan yobaz yasakları… Hiçbir yeni düşüncenin bu yurda girmesini istemiyor. Aman bu yasaklar gereksizdir, işe yaramaz, bizi öldürüyor. Siz bu vatanı sevmez misiniz, siz bu toprakların çocukları değil misiniz? Kim anlar, kim dinler… Kabile düzeniyle devlet idare edilir mi? Türkmen kabileleri çok uzakta kaldı. Etmeyin eylemeyin… Bizim atalarımız, diyorlar da bir şey demiyorlar. Var olsunlar, sağ olsun sizin şanlı atalarınız. Onlar iyimişler, hasmışlar ya, bu çağda sökmezler… Adam anlamıyor, ya da anlamak işine gelmiyor, elinde ok yayla, yalın kılıçla Altaylara gidip atalara karışacağı üstüne destanlar düzüyor. Arkadaş, ok, yay, yalın kılıç atalarının zamanında kaldı. Şimdi atom var. Atalarının devrinin düşüncesi, atalarının kılıcıyla birlikte, kodu da gitti. Şimdi atom çağıdır. Ataların çağında elde kılıç gider, Altaylarda teke tek dövüşürsün… Dövüşmenin, adam öldürmenin kutsallığını da yayarsın. Şimdi adam öldürmek kutsaldır dersen, senden iğrenirler. Harbetmek güzeldir dersen seni kınarlar, yabanıl derler, kan içici derler. Savunma kutsal, ama saldırma değil. Atom çağının getirdiği barıştır, sevgidir. Başka çare de yok… Anlamazlar, anlatamazsın… Bunlar insan soyunun ahmakları… İyi olacak, iyi olacak…

Bu yazar hep aynı şeyler tutturmuş… Sınırlı yazar… Ben de bıktım. Vallahi bıktım bu konulardan. Ama neyleyim ki göz görmüyor, gönül katlanmıyor. Bir zaman geliyor kendime söz veriyorum, bir daha böyle acılı konuları yazma, şöyle güzel sevinçli konuları yaz, bu memlekette hiç güzel şey yok mu? Var, var, var… Kendimi inandırmaya çalışıyorum. Bakın bizim memlekette güzel düşünen insanlar da… Buradaki, başı deri külahlı, keçe külahlı, eli oklu, ayağı çarıklı Turancı züppelerinin karşısında canını dişine takmış dövüşen, aklı söyleyen, çağımızın gerçeklerini söyleyen güzel insanlar da var. Onları övmeli… Gerçekten övülmeye değer insanlar…

Hep Anadolu’da kötülük görür, on yıldır bu yazar. Çirkinlik görür. Düşün bakalım aslanım, güzel bir yanı yok mu? Kilimi güzel, türküleri güzel, halayları güzel, kültürü güzel halkın… Bunlarla uğraşan kim, bunları kültürden sayan kim? Hepsi bir bir Köy Enstitüleri’nde canlanıyordu. O çirkin adamlar, o Kara Cephe, Karalar Cephesi, yerle bir etti en güzel şeyimizi…

Bakın Erciyes dağı çok güzel… Dümdüz bir bozkırın ortasından, bıçak gibi bir göğe doğru ağar. Ovanın, dünyanın pırıltılı aklığında…

Ben sevgiden, sevinçten söz açmak istemez miyim, delice, çılgınca, içim taşa taşa, bir sevinçten söz açmak istemez miyim? Ben sevinçli adamım. Bu dünya böyle olmasa, böyle kara, karanlık olmasa, ben sevinçten taşar coşardım. Yaradılışım karanlıktan çok aydınlığa, acıdan çok sevince… Ne çare, ne çare ki sevinmek gelmiyor elimden… Dostluktan söz açmak, ne güzel. Bir dostum var. Sıcacık eli var. Sevgi dolu gözleri var. Ne güzel yalansız, salt sevgi dolu bir insan eli sıkmak. Sıcacık, sıcacık… Ben deli olurum, insanlar karanlık karanlık, kuşkulu baktıkça bana… Bütün insanlar kuşkusuz, korkusuz, çıkar düşünmeden, düşmanlık geçirmeden içlerinden baksalar birbirlerine… İnsan, ne olur biliyor musunuz, sıcacık bir bahar güneşinin bahtiyarlığında duyar kendisini… Bahar güneşinde bir sevinç içinde gerinir. İnsan bir bahar çiçeği temizliğinde olur.

Şu koskocaman şehrin sokaklarında dolaşanların yüzlerine bakın… Yüz mü bunlar! Sararmış, uzamış… Gülmeyi unutmuş… Bu yüzler sevinci unutmuş. Sevmeyi unutmuş. Şöyle yürek dolusu, can dolusu, kucak dolusu sevmeyi unutmuş. Ağız dolusu öpmeyi unutmuş bunlar. Şöyle sağlıklı, kütür kütür öpmeyi unutmuşlar. Gözleri kırgın, yılgın, paslı… Kuşkulu, korkulu, düşmanca… Ben bu şehirden korkuyorum, bu şehirde hasta oluyorum, deliriyorum… İçimden her şeyi bırakıp kaçmak geliyor. Kirlenmiş, bitlenmiş, çamur içinde bir şehir. Dedikodu hastalığında, merhametsiz, sevgisiz, kazıkçı… Bu şehir karaborsacıların şehri… Bire bin kazananların, lüksün şehri… Ve bu şehrin dört bir yanını çamur deryası içindeki çerden çöpten gecekondulu, yüz binlerce insanın yaşadığı umutsuz insanların mahalleleri çevirmiş. Ağzını açmış, bir ejderha gibi duruyor.

Ben güzellikten söz açmayı istemez miyim. Ben karnı tok, sırtı peklikten söz açmayı istemez miyim… Ben insanların önüne güzel sözcüklerle, güzel bir dünya açmayı öylesine bir isterim ki, can atarım…

Sonra ben yazar olarak, capcanlı bir güneş altında sevişenlerden de söz açmayı isterim. İki genç, daha çiçeği burnunda. Kol kola yumulmuşlar… Bunu yazmayı nasıl, nasıl isterim… Ve bir yazar bunu ne güzel anlatır. Böyle şeyleri çok anlatmışlar, diyeceksiniz. Ama sağlıklı bir dünyada, bu sevginin anlatacak çok yeni, pırıl pırıl yönü de bulunur.

Ben kendim, bu şehirden gidemem. Bütün mümkünüm çarelerim kesilmiş. Ama böylesi bir dünyada da sevinemem. Hayal kurarım hayal. Işıklı, sevinçli, çiçekli, kimsenin kimseyi sömürmediği, kimsenin kimseden korkmadığı, kuşkulanmadığı, kimsenin kimseye düşmanca bakmadığı bir dünyanın hayalini kurarım. Kimsenin kimseye diş gıcırdatmadığı bir dünya… Gönlü gani bir adam sayarım kendimi. Bu kadarı bile bana yeter, bu kadarı bile beni mutlu eder.

Bir söz vardır. Derler ki, insanoğlu arsız bir yaratıktır. Gerçekten de arsız. Bu açlık yanı başımızda dururken, bu yoksulluğu, bu perişanlığı, bu kiri görürken gene de seviniyor, coşuyoruz. Size bir şey söyleyim mi, insanoğlu bütün bunların arasında bile güzel. Ya durumu bu olmasa… Kim bilir dünyayı ne cennete çevirir insanlar!

Bana şöyle küçücük bir dünya… Hiç olmazsa her isteyenin aşkla şevkle onuru kırılmadan çalışacağı bir dünya verin. Böyle bir dünyamız yok mu? Öyleyse susun. Öyleyse kimseye karamsar demeyin. Bütün bu karanlıktan size umut ışığı göstermeye gene de savaşırım. Siz de beni kınamayın, karalamayın.

Bakın bakın, ne geldi kalemimin ucuna… Ne geldi de durdu gözümün önünde? Bir gündü. Sıcak bir yaz günüydü. Diyarbakırın Kulp ilçesinin Şıkevtan köyündeyim. Şıkevt, mağara anlamına gelir. Bütün köyün evleri mağaralarda. Kayaya oturmuş kovuklarda. Halim Yıldız on tane çıplak, çırılçıplak çocuğunu elinden tutmuş, beşini bir yanına, beşini de bir yanına almış bana göstermeye getirdi.
“Ben Halim Yıldız, on çırılçıplak çocuğun babası… Ömründe gömlek yüzü görmemiş… ”

Bana bakın, ben öyle tatlı matlı yazı yazamam. Kırarım bu kalemi. Dileyen okur, dilemeyen okumaz.

21 Şubat 1962

Yaşar Kemal, Sevmek, Sevinmek, İyi Şeyler Üstüne: Seçme Yazılar, sayfa 41-45. Yapı Kredi Yayınları 2014

Listeler

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler haberler

Don Kişot İşgal evi kapatıldı

Gezi direnişi sonrası Kadıköy Yeldeğirmeni'inde kurulan Don Kişot Sosyal Merkezi zabıta tarafından...

Fuel-oil dolu kuyuya girerek kedisini kurtardı

Ordu’nun Ünye ilçesinde fuel-oil dolu kuyuya giren kedisini kurtarırken tüm...

Borsa İstanbul’da Gong Bu Kez Kervan Gıda için Çaldı…

Türkiye’deki en yüksek yumuşak şeker üretim kapasitesine sahip Kervan Gıda’nın...

Gazete manşetleri 10 Ocak 2015

Gazete manşetleri Presshaber.com’da. 10 Ocak Cumartesi günü yayınlanan ulusal gazetelerin manşetleri sizin için...

Tartışı-Yorum

Cumartesi Anneleri: Gözaltındaki kayıpların hikayesi

Kadir Gürhan“Kayıplar” ve “yargısız infazlar” denilince akla ilk gelen Latin Amerika ülkeleridir. Bu ülkelerde askeri cunta yönetimleri “gözaltında kayıplar” ve “yargısız infazlarla” kendisine muhalif olan tüm kesimlere karşı bir korku ve sindirme politikası uyguladı. Hayatın bir parçası haline gelen bu uygulamalarda kaybedilenlerin çoğunu; öğrenciler, öğretmenler, sendikacılar (örgütlü...

Ölümü öldürmek, sonsuz bir umudun baharıdır…

“Evîn Biharek e…”* - Arjen Arî Bir acılar sarmalıdır sancı, zamanın derinliklerinde gezinen ve hayatın kıyılarına vurur hafızalarının unutulmayacak sesleri. “Lal bû zimanê xwezayê, Girî herikî, jan bû banî” (“Dilsizdi doğanın dili, gözyaşı aktı, acı köprü oldu…”) dizeleri ile anlatıyor şair Semra Çelebî, ‘Birîn’ adlı şiir kitabında, gerçeğin...

Kalbi atan ölü bedenler

Bazı anlar vardır zihinlerimizde çocukluğumuza dair. Hayal mi gerçek mi olduklarını ömrü billah çözemeyiz. Bize anlatılanları, oradan buradan duyduklarımızı kurgulayarak bir görüntü yaratmış da olabiliriz, bizzat gözlerimizle tanık olduğumuz bu anlar zihnimizde mıh gibi tüm gerçekliğiyle çakılı da olabilir. Dediğim gibi hangisinin doğru olduğunu sınamak mümkün değil.Zihnimde...

Kuzguni Gömüt

Siyah kuzguni elbisesi içinde dilinde tek bir Arapça cümle ile Aisha Faris, sadece ağlıyordu. Bizim bilmediğimiz bir dilde, İç’inde kopan çığlıkların gümbürtüsü, siyah elbisesinde kara kara dalgalanıyordu. Aynı Arapça cümleyi tekrarlayarak Engin dertlerine bir de çağlayanlar ekliyordu. Gözyaşları bakışımızın değdiği her yerdeydi. Kara elbisesi; pul parlaklığını, onun...

Direniş Suflesi: Hayır

‘Oku’ diye başlıyor olmasına rağmen kutsal sayılan kelam; ilk maraza mevzunun başında ortaya çıkıyor.Taraflaşmanın daha kolay belirlendiği, hudutların keskin olduğu süreçler elbette yaşandı. Her konuya dair yaklaşımlar farklı idi ve tariflenen alandan hangi konuya nasıl yaklaşılması gerektiği de kendiliğinden açığa çıkıyordu. Karışık ama bence kesinlikle böyleydi.İnsanın yaşadığı...

Üşüyor bir coğrafyanın yüreği

'Eylül Mayıs'a dönüşecek...'Geo Milev Üşüyor bir şehrin yüreği,  geceler buzdan karanlık. Yan yana dizilmiş çadırlar kanıyor. Üşüyor yeryüzü ve şehrin sokaklarında geziyor soğuk. Bir çocuk gözlerinde acının izlerini taşıyor. Bir bahar var ve gelecek mutlaka çocuk. Umudun ışığını taşıyor, geleceğimiz umudumuz çocuk. En amansız fırtınalar diner çocuk, savrulur...

En çok mor

Sıcak beterdi. Bıyıkları terlememiş bir delikanlılık çağında boncuk boncuk ter atıyordu. Çimento torbaları eşek ölüleri kadar ağırdı. Tuğlalar, yamalı şalvarında kahverengi tozlar bırakıyordu. Yamasını çepeçevre saran alelacele dikişleri hep terden söküktü.Daha O Boy’uyla karar vermişti ev yapmaya. Bir evin temelini attı. Atış o atış..Seni inşaat işçisi; fayans...

Sınırlar ve rahatça uyunamayan ülkeye dair: Ordu, yeniden…

Levent Ünsaldı Devlet ve milletin yüksek çıkarlarını ait olduğu kurumun çıkarlarıyla eş gören, dolayısıyla bunları yorumlama tekelini de kendisine veren Türk subayı, kışladaki eriyle kurduğu paternalist ilişkisini (“oğlum” ifadesiyle çağrılan er) milletin geneliyle olan ilişkisine de kolayca yansıtabilmiştir. Aktarılan bu hususi ethos (değerler sistemi), subayın tüm yaşamını geçirdiği...

Rıza Yalçın Koçak yazdı: Olağanüstü zulüm

Rıza Yalçın Koçak Etrafımızdaki insanlar büyük bir şaşkınlıkla cevabı bir yanı ile çok basit bir yanıyla ise iler tutar yanı olmayan sorular soruyorlar. İşyerlerinden atılan arkadaşlarının masumiyetlerine iliklerine kadar inanıp ve ama ‘devletin de bir bildiği vardır’ fikriyatının serin sularında kol gezmeye devam ediyorlar. Hükümet ile ‘paralel’ devlet...

Halkın vicdanı; “Gelemem” diyorsun, peki sen bizdeki “öf öf” ü duyuyor musun?

Ne desek, ne etsek, nasıl yapsak bilemiyoruz… Az şey mi yaşadık? Yok, bir şeyler anlatabilmek için yeterli yaşadıklarımız. Çok şey mi yaşadık? Yok, bir şeyler yapabilmek için çok şey görmedik henüz… “Derin bir ah” çekiyoruz, çünkü şu kelimeler sayfaya değerken Hurşit Külter hala kayıp. Ve “ah vicdan”...

Rütbelerin Er’leri

Rıza Yalçın Koçak ‘Türk halkı sessiz kalarak onayladığı bu savaşın mağduru olmaya mahkumdur.’ (TAK-Haziran 2016)Erleri çekin rütbeliler gelsin! Erleri çekmeyecek rütbeliler ordusu. Ere göre tanımlı omuzlardaki apoletler. Kaç erin başı olduğunu bildiriyor unvanlar. Erlerle tanımlayıp erlerle var ediyorlar kendilerini. Erleri çekin rütbeliler gelsin çığlığını bir iyi niyet olarak okumak gerekiyor en başta....

Kadim Süryanilerin Akitu Bayramı

Yerinden yurdundan edilen, sürgün halkların derdini en içten şairler dillendirir. Bu sebeple Yuhanna Bar Madeni der ki:“Ey sağduyulu!Ana vatanında kalman,Saygınlığını korur.Hakareti ve acı dolu gurbeti hor gör.Saç, başta oldukça değerlidir.Olmadığında, küçümsenir ve ayaklar altına alınır”Bundan tam 6766 yıl önce (MÖ 4750) Asur ve Babil kaynaklarına göre, tarihte...