Etyen Mahçupyan, AKP‘nin 7 Haziran seçimlerinde kaybettiği “Doğu oyları”yla ilgili olarak, “Bölgede kaybedilen oyun bir bölümü bugüne kadar sürdürülen yapısal yanlışların üzerine yatılmasının sonucuydu” dedi.
Ahmet Davutoğlu‘nun eski başdanışmanı ve Akşam gazetesi yazarı Etyen Mahçupyan “Kürtlerin ekseriyeti meseleyi PKK’nın çözeceğine inanmadılar ama onun varlığının devleti çözüme yönlendirebileceğini düşündüler. Meseleyi çözebilecek olan AKP’nin yönettiği devletti. O nedenle Süreç’in durması AKP’nin çözebilecekken çözmemesi olarak sunulabiliyor ve kabul görüyor” diyen Mahçupyan, klasik anlamda bir milliyetçi bütünleşme yaşamayan Kürt coğrafyasındaki insanların, “AKP’den Kobani’nin nasıl ihya edileceğini, Rojawa’nın geleceğine ilişkin AKP tasavvurunun ne olduğunu da duymak istediklerini” iddia etti.
Etyen Mahçupyan’ın Akşam’da yayınlanan “AKP Kürtler için ne diyecek?” başlığıyla yayımlanan 27 Eylül tarihli yazısı şöyle:
“Yaklaşan seçimde AKP’nin en kritik sınavlarından biri Kürt coğrafyasında verilecek. Soru iktidarının büyük kısmında ‘toplumun yanında’ olarak algılanan AKP’nin şimdi ‘toplumun karşısında’ görülme tehlikesi karşısında nasıl bir adım atacağıdır. Bugün iktidarın içinde ve çevresinde ‘ders verme’ psikolojisinin revaçta olduğu görülüyor. Ama başarı gerçeklerden ders alınarak gelebilir ancak…
Bölgede kaybedilen oyun bir bölümü bugüne kadar sürdürülen yapısal yanlışların üzerine yatılmasının sonucuydu. Örneğin barajın düşürülmemesi fırsatçı bir bakıştı ve kendiniz ‘doğru’ işler yaptığınız sürece bir denge unsuru olarak alınan desteğe fazla zarar vermiyordu. Ama bir noktadan sonra apaçık bir haksızlığı sürdürmek AKP’li Kürtlere de fazla geldi, çünkü savunulması mümkün değildi. Dahası bu blokaj kendisini PKK’ya çok uzak hissedenlerin bile AKP’ye mesafe almasına neden oldu. Haziran seçim kampanyasında HDP’nin hedef alınması ise o zamana dek AKP’ye oy veren Kürtlerin önemli bölümünün ‘bu sefer’ HDP’yi desteklememesini çok zorlaştıran bir atmosfer yarattı. Buna Erdoğan’ın seçim söylemi eklendiğinde son psikolojik bariyer de ortadan kalktı ve yığınsal kayma ‘doğal’ hale geldi.
Söz konusu AKP stratejisinin çok ‘düşünülmüş’ olduğunu söylemek zor. Temelde Kürt zihni ve gönül dünyasında olanların iktidar tarafından algılanmaması ve anlaşılamaması yatmakta… Meseleye siyasi aktör üzerinden yaklaşıp PKK’nın yaptıklarını veya HDP’nin tutarsızlıklarını baz alarak analiz yapanlar gerçeği ıskalarlar. Çünkü Kürtler açısından PKK/HDP tarafında beklentiler hiçbir zaman yüksek olmadı. Buradaki çiğliği kendi çocuklarının anlaşılır ve bir yere kadar tahammül edilebilir eksiği olarak gördüler. Oysa AKP’den beklenti hep yüksek oldu… Yıllarca onlara eziyet etmiş olan devlet şimdi yeni bir görünümle ortaya çıkmış ve eskiyi silme adımları atmıştı. Kürtlerin ekseriyeti bu meseleyi PKK’nın çözeceğine inanmadılar ama onun varlığının devleti çözüme yönlendirebileceğini düşündüler. Meseleyi çözebilecek olan AKP’nin yönettiği devletti. O nedenle Süreç’in durması AKP’nin çözebilecekken çözmemesi olarak sunulabiliyor ve kabul görüyor.
Kürt coğrafyası klasik anlamda bir milliyetçi bütünleşme yaşamıyor. Nitekim ayrılıkçılık hala çok zayıf… Ama ortada bir ulusal ‘uyanışın’, bir ‘ortak kimlik hissiyatının’ olduğu da çok açık… Bu duygunun yüzyılların ardından, özel bir dünya ve bölge konjonktüründe ortaya çıktığını unutmamak lazım. Bunun anlamı görünen fırsatın kaçma tehlikesinin bir Demokles kılıcı gibi Kürtlerin üzerinde sallanmasıdır. Suriye’de yaşananlar söz konusu kimlikleşmeyi daha da kırılgan yaptı. AKP ise karşısında rencide olmaya bu denli yatkın bir psikososyal oluşum olduğunu idrak etmedi.
Bu bağlamda Kobani de sanıldığı kadar siyasi anlama sahip değildi. İnsanların öz saygısının, hayat hakkının siyasette karşılık bulma momentiydi. İktidarın duyarsız kalması, duygusal tepkinin ve radikalizmin kapısını açtı. Şimdi seçime giderken insanlar AKP’den Kobani’nin nasıl ihya edileceğini, Rojawa’nın geleceğine ilişkin AKP tasavvurunun ne olduğunu da duymak istiyorlar. Türkiye’yi Kürtlerle birlikte ‘büyük’ oynarken hayal ediyorlar…
Not: HDP bölgede bazı sandıkların birleştirilmesine karşı çıkıyor. Soru şu: Seçmenin oy vermesini fiziksel olarak zorlayacak bir düzenleme olmadıkça, demokratik bir seçimin gerçekleşmesi açısından sandıkların olabildiğince birleştirilmesi mi daha doğrudur, yoksa olabildiğince bölünmesi mi? Kriter gizli oy olduğuna göre tabii ki birleştirilmesi. Çünkü kimin nereye oy verdiği belli olmayacağı için seçmen üzerinde baskı kuramazsınız. Ama HDP bunu istemiyor… Kim nereye vermiş, herkes vermiş mi bilmek istiyor… “