“Ustalık” dönemiyle kendini belli eden otokratik yönetimin neşter vurduğu sahalardan biride hiç şüpehiz akademi olmuştur. Ülkemiz üniversitelerinde öteden beri endişe verici düzeyde olan bilimsel kaygı yerini koltuk kaygısına, siyasi ve ideolojik gruplaşmalara bırakmıştır. Değişen zihniyetle, bilimle arasındaki pamuk ipliğini kopartan bilim insanları, otokratik anabilim dalları, fakülteler ve üniversitelerin sayısı artmaktadır. Artık üniversitelerde bir araya gelen bilim sevdalıları (!) ayak oyunlarında uzmanlaşmanın türlü yollarını aramaktadırlar.
Günümüz türkiyesinde bilim adamı ortaya koyduğu çalışmalar ile değilde üye olduğu siyasi parti nazara verilerek itibar görür oldu. Bu yaklaşım bilim insanını bilime yabancılaştırdı ve bilim daha çok doçentlik dosyasını hapsedilen günü kurtarma uğraşı haline geldi.
Elbette siyasi söylemlerle ivme kazanan toplumsal çözülmenin akademide kendine yer bulmaması beklenemezdi. Akademik kariyerin “şuncu, buncu” demekle kazanıldığına ikna olanlar, akademik kariyeri kazanma adına haysiyetlerini kaybettikleri bir yarışa tutuştular. Son yıllarda gündemine bilim yapmayı almayan, eleştiriye alerjisi olan sözüm ona bilim insanlarının (!) seside haliyle daha gür çıkmaktadır.
Ünlü bilim felsefecisi Karl Popper’a göre “Bilim yanlışlanabildiği sürece bilimdir”. Türkiye’de ise yapılan akademik çalışmanın eleştirilmesi kadar kabul edilemez başka bir haddi aşma yoktur. Eleştirenin soluğu anında kesilip tecrit edilmektedir. Türkiyedeki 114 devlet üniversitesinden hangisine kulak verirseniz verin değişen iktidar ile sürülen hocaların hikayesini duyarsınız.
Fişleyenlerle doldurulan fişlenenlerin koltukları ile yeni bir sosyo-kognitif tutuşma modeli oluşmuş ve fişleme furyası başlamıştır. Kendilerine yer açmak için türlü oyunlar içine giren sözüm ona muhafazakar AK akademisyenler ülkenin sadece bugününü değil geleceğini de aydınlatabilecek ampülün fişini çekmişlerdir.
YÖK’ün yakın zamanda aldığı karar genel konsensüse işaret etmektedir. Yaklaşık 4 yıl önce uygulamaya konulan nispeten objektif kabul edilebilecek ÖYP sistemini şu sıralar alışkanlık olduğu üzere, YÖK iptal edip beraberinde soru işaretleri getiren cari usül olan mülakatlı sisteme geri dönme kararı almıştır. Bilmeyenler için izah edeyim, ÖYP son dönemlerinde deforme edilse bile, akademik personel alımında mülakatın olmadığı nispeten objektif bir sistemdi. YÖK bu sistemi değiştirirken mazeret olarak üniversiteler arasında yıllık dağıtıma çıkan 4000 ÖYP kadrosunun üniversiteler tarafından istenmediğini, bunun yerine mülakat ile alım talebi olduğunu bildirdi. Bu açıklama akademide var olan konsensüsün vahamiyetini göstermektedir.
İtaat konusunda kalifiye, akademik köle arayan anabilim dallarının mülakat sevdası öteden beri olagelmiştir. Bölümlerde kemikleşen kadrolar, ÖYP ile merkezden atanan akademisyeni tehdit olarak algılamış, bölüm üzerindeki kontrolü kaybetme endişesi ile sisteme kapı kapatmıştır. Mutlak kontrolün nihai mutluluk olduğu akademiler siyasetin etkisi altından çıkmadığı sürece fikirsiz fikir sahiplerinin toplanmasıyla meydana gelmiş topluluk olarak kalmaya devam edecektir.
Hangi siyasi parti ya da gruba dahil olursa olsun bu tür akademisyenlerin akademide zulalanması ülkenin kaynak israfı olduğu gibi iktidarın imajına da çizik atmaktadır. “Bilime yatırım ülke geleceğine yatırımdır” düsturundan hareketle, AKP’nin akademik kafalarda AMPÜL yakacak yeni bilim politikaları geliştirmesi gerekmektedir. Aksi takdirde üniversiteler üretme istidadı elinden alınmış, şakşakçılıkta uzmanlaşmış, bilimsel yaklaşıma yabancı bilim insanları (!) ile dolmaya devam edecektir.
*Akademisyen