Bu günlerde, herkes kendisini öyle veya böyle sosyalist olarak adlandırıyor. 15 sene önce Socialist Appeal’i çıkarttığımızda durum kesinlikle böyle değildi. İnsanların günümüzde “sosyalizm” kelimesinden anladıkları şey, şüphesiz ki gerçek devrimci düşünceden, yani tüzüğümüzde bulunan programımızdan çok farklı elbette. Ancak belirtmek gerekiyor ki, bu durum insanların bilinç seviyesinde bir sıçrayışı ifade ediyor.
Sadece bir kuşak önce, 1989 yılında, Francis Fukuyama’nın Tarihin Sonu adlı teziyle karşılaştık: “Tanıklık ettiğimiz şey, sadece soğuk savaşın bitişi ya da savaş sonrası tarihin özel bir evresine geçiş değil, bizzat tarihin sonudur. Yani insanlığın ideolojik evriminin son noktasına ulaşması ve insanın yönetilmesinin nihai biçimi olarak Batılı liberal demokrasinin evrenselleşmesidir.”
Dünyamızın savaşla, terörle, ırkçılıkla, cahillikle ve yoksullukla yoğurulduğu durumda, üzerine bir de 2008 ekonomik kriz eklenince, insanların geleceklerinden endişe etmeleri, mevcut duruma kızgınlık duymaları ve bu noktadan bir çıkış aramaları hiç de sürpriz değil. Sisteme duyulan güven konusunda kriz giderek derinleşiyor ve bu durum hem solda, hem de sağda popülizmin üremesine sebep oluyor.
Bu sürecin bir parçası, geleneksel Amerikan seçim sisteminin dağılması. Görece ekonomik refah düzeyinin on yıllar boyunca desteklediği bu sistemde, Demokratlar ve Cumhuriyetçiler, dünyanın en zengin kapitalist ülkesindeki seçim sisteminin yerinden oynatılamaz bir parçalarıydılar. Ancak krizin sistemi aşındırması, iki partili seçim sistemini bir kırılma noktasına getirdi. Kapitalistler, on yıllardır ellerinde tuttukları siyasetin kontrolünü kaybetmeye başladılar. Demokratik Partinin stratejistlerinden Anita Dunn’ın belirttiği gibi, “2016 yılında gördüğümüz şey, siyaset artık geçmişin kurallarına göre yürümediğidir.”
Son tahlilde, siyasi partilerin her biri, bir sınıfın çıkarlarını ifade ederler. Seçimi kazanmak için diğer sınıftan gelen insanların oylarına güvense de, temel olarak sadece tek bir sınıfı temsil edebilirler. Cumhuriyetçiler de Demokratlar da, kapitalist sınıfın çıkarlarını savunurlar. Şu ana kadar Amerikalı işçi sınıfı, kendi sınıfını temsil eden bir kitle partisine sahip olamamıştır ve şimdi de bu partiye sahip değildir. Demokratlar, birkaç nesildir, işçi sınıfının oylarına yaslanmışlardır; özellikle de bir alternatifi olmayan sendika üyelerine. Bu işçiler seçimleri dikkatle incelerdi ve “kötünün iyisine” oy verirlerdi; ancak bunun da bazı sınırları var.
İhtiyaç duyulan siyasi çıkış, çok partili seçim sistemi ya da işçilerin ve gençlerin özlemlerini yönlendirebilecek kitlesel bir işçi partisi olmadığında, potansiyel yıkıcı ve kaotik sonuçlarıyla birlikte, var olan büyük partiler tarafından dillendiriliyordu. Cumhuriyetçilerin durumunda ise, bu “siyasi çıkış”, partiyi daha da sağa kaydırarak Donald Trump’ın adaylığına yönlendirildi. Bağımsız adaylığın ve partinin içeriden bölünme ihtimali, kısa vadede mümkün gözükmüyor. Trump’ın “Amerika’yı tekrardan mükemmel yapalım.” şeklindeki demagojik çağrısından etkilenen bıkmış küçük iş yeri sahipleri ve işçi sınıfı içindeki gerici katmanlar, Trump’ın destekçilerinin temelini oluşturuyor.
Demokratların tarafında ise Bernie Sanders’ın kampanyası Demokratik stratejistlerin bütün planlarını altüst etti. Umdukları şey kapitalizm ve emperyalizm destekçisi Hillary Clinton’a sol bir imaj çizerek sol seçmenin oyunu almaktı. Ancak hesapları tutmadı ve Sanders’ın adaylığı inanılmaz bir ivme kazandı. Sosyal medyaya bakılacak olursa Bernie Sanders bütün münazaraları açık ara bir biçimde kazanmış görünüyor. Clinton tarafından çantada keklik görülen Siyahi ve Latin seçmenler arasındaki Sanders popülerliği gün geçtikçe artmaya devam ediyor. Halka yaptığı “oy kullanın” çağrısı ise diğer tüm rakiplerinden daha fazla etki alanı oluşturmasını sağlıyor. Sendikalar kaynaklarının büyük kısmını Cliton’un hizmetine sunmasaydı, Clinton bu seçimlerde çok daha kötü bir durumda olabilirdi.
Sanders’ın politikaları, her ne kadar sınırlı bir alternatif olsa da Amerikan kapitalizmi için son derece radikal. Bu politikalar milyonlarca genci son derece etkiliyor. Sanders seçimlere bağımsız bir aday olarak katılsaydı, iki partili sistemi de son derece ciddi bir şekilde zorlayabilirdi. Ancak tercihini 100 yıldır ABD kapitalizmini yöneten Demokrat Parti’den aday olmaktan yana kullandı. Bu tercihi ise başkan adayı olabilecek, belki de başkan olarak seçilebilecek Sanders sadece yıllar içinde daha da şiddetlencek kriz içindeki kapitalizmi idare etmek ile uğraşacak.
Demokrat Parti’nin “süper delegeleri” Cliton’un yanında. Sanders’ın işi son derece zor görünüyor. Ancak bu durum değişebilir. Bir yıldan az bir sürede 50 puanlık bir artış ile Clinton’u yakalamak üzere. Yapılan anketler, eğer genel seçim bugün yapılırsa Sanders, Trump’u %15’lik bir fark ile geçerek başkan olabileceğini gösteriyor. Bu durum ise Clinton yanlısı Demokratların ana tezlerinden biri olan Sanders’ın aday olması durumunda başkan seçilemeyeceği iddiasını tamamiyle çökertiyor. Bu durumda görünen o ki Wall Street ile olan yakın ilişkileri nedeniyle Clinton kendini seçilemeyecek aday haline getiriyor.
Sanders’ın sosyalizmi, ortalama bir sosyal demokrat reformizminden başka bir şey değil. Sağlık ve eğitim alanlarında önerdiği sorunları, zenginlerin daha yüksek vergi vermesi ile çözmeyi planlayan Sanders, kapitalizmin temel yapısını koruyor. Roosevelt’in Büyük Buhran dönemindeki politikalarına benzeyen bu plan günümüzde “İskandinav sosyalizmi” olarak adlandırılıyor. Bu sistemin özelliği kapitalizmin en göze batan eşitsizlik gibi özelliklerini azaltarak sosyal huzursuzluğu ve kapitalist sistemin kendini yok etmesini engellemektir. Clinton bile bir konuşmasında “Bizim işimiz kapitalizmi başıboş olmaktan çıkararak bir cinnet durumunun önüne geçmektir” demişti.
Bu durumun bilimsel açıdan sosyalizm ile uzaktan yakından bir alakası yoktur. Kapitalizmin özellikleri olan eşitsizlik, sömürü ve baskı kapitalizmin tamir edilmesiyle ortadan kaldırılamaz. Kapitalistlerin dik kafalılık ve kibir gibi özellikleri Sanders’ı bu orta düzey reformları yapmasını bile engellenmeye kalkışacaktır. Bu da onların gelecekte ne kadar gerici ve kötü olduklarını bizlere bir kez daha gösterecektir.
İki türlü reformizm vardır; kapitalist sistem içerisinde sınırlı sosyal reform arayışları içerisinde olan ve kapitalizmi reformlarla aşamalı bir şekilde yoketmenin mümkün olduğunu düşünen anlayış. Bu iki anlayışta devrimci sosyalizmin karşısında yer almaktadır. Çünkü kapitalizm içerisindeki reformlar için mücadele edilmelidir. Sistem, bilinçli işçi sınıfının kitle hareketi ile yıkılmalıdır. Sadece ekonominin merkezi noktalarının özel değil, kamu mülkiyeti olduğu ve işçi sınıfı tarafından demokratik bir şekilde yönetilen gerçek sosyalizmde, olağandışı toplumsal refah herkesin yararına kullanılabilir. Bu tarz bir bakış açısı kapitalistler için varoluşsal bir tehdit oluşturmaktadır.
Geçmişte sosyalizm hakkında konuşunca ya gülüyorlardı ya da derhal susturuyorlardı. Ama kapitalistler artık metayı dağıtamadıkları için bu fikirleri karşılarına alamıyorlar. İşte bu sebeple sosyalizm kelimesinin anlamına el koydular. Eğer onları yenemiyorsanız, onlara katılın! Son zamanlarda sosyalizmin ne olup ne olmadığı konusunda New York Times gibi gibi milyarder liberal burjuvazinin sözcüsü olan yayınlarda planlı bir kampanya başlatıldı. Hatta David Brooks* gibi sağcı köşe yazarları bile sosyalizm kelimesinin içini kapitalizmin hakimiyetine zarar vermeyecek şekilde doldurmaya çalışıyor. Şaşırtıcı bir şekilde, Cumhuriyetçi Parti’nin bir sosyalist adaya ihtiyacı olduğunu söyledi! Bir devletçi değil fakat toplumsal refah konusunda ilgilenen biri!
Sermaye sınıfının dar görüşlü temsilcileri, Trump, Cruz veya Rubio’nun seçilmesi halinde elde edecekleri kısa vadeli kâr için seviniyorlar. Fakat daha ileri görüşlü analistler bu durumun, tıpkı 2011 yılında Wisconsin‘de** olduğu gibi kitlesel bir işçi sınıfı mücadelesinin önünü açacağını anlayacaktır. Onlar bu sebeple Clinton gibi daha uysal adayları tercih edeceklerdir. Fakat Sanders’ı da muhtemel bir galip olarak kendi çıkarları için şekillendirmeye hazırlar.
Sosyalizme artarak büyüyen ilgi ve buna paralel olarak gelişen reformizm, bir çıkış yolu sunamayan sistemin kendi çelişkilerinin bir sonucu. Kapitalizmin krizi gün geçtikçe, reformizm ve onun tüm formları ile beraber devam edecek. Gerçek bir reform getirmediği için reformizmin raf ömrü kısa olacak.
Bu şartlar altında devrimci Marksizme olan ilgi artarak büyüyecek. Devrimci Marksistlerin görevi, bütün ayrıntılarıyla gerçeği anlatmaktır. Kapitalist partilerdeki ve politikacılardaki ilüzyonu teşvik edemeyiz. Sosyalizmin yalnızca oy sandığı ile değil, yıllar boyu uzun bir mücadele, eğitim ve sokaklarda örgütlenme çalışmaları ile geleceğini anlatmalıyız. Programımızı en yaygın ‘sosyalist’ ile uyuşması için yumuşatamayız. Bizim iddialarımıza ve ilkelerimize el koymaya çalışanlara karşı azimle mücadele etmeliyiz. En sonunda gerçek anlaşılacaktır. Bozuk plak gibi tekrar ediliyormuş gibi gelebilir ancak kapitalizmin sınırları içerisinde bir çözüm yolu yok. Bugün yapmacık olarak kısayollar arayanlar, kendilerini tarihin akışının dışında bulacaklar ve devrimci ayaklanma kaçınılmaz olarak geldiğinde harekete geçirici bir rol oynayamayacaklar.
Kaynak: Komunos.org