Sebastio Salgado, yaşayan, ve yaşarken tarihe düşülmesi gereken bir fotoğrafçı diyerek başlamak istiyorum, bu güzel adamın hikayesine.
Şöyle klasik bir giriş yapalım: Sebastio Salgado kimdir? Fakat klasik bir cevap vermeyeceğiz:
Salgado. Tam adıyla; Sebastião Riberio Salgado. Ünlü fotoğrafçı (bu yazıda bizi ilgilendiren Salgado’nun kaydettiği siyah beyaz renkteki ışıklar). Ekonomist. Legion D’Honeur ile ödüllendirilen gazeteci. Çektiği tek kare fotoğrafla ünlü fotoğraf ajansı Magnum’u batmaktan kurtaran kişi. Muhalefet kendisine Brezilya cumhurbaşkanlığını önerdiğinde, “Politikacı olursam, yalan söylemeyi öğrenirim” diyerek nazikçe reddeden aydın…
Biraz daha anlatıverelim Salgado’nun normal özelliklerini: “Kodak sadece Salgado yüzünden Tri-Max filmlerin üretimini durdurmaktan vazgeçmiş. Leica ise yeni bir objektifi piyasaya çıkarmadan önce ona gönderirmiş. Eğer o beğenmezse, piyasaya sürmezmiş.”
Bir röportajında şöyle bir demeci vardır:“İnsanlar bana güzel yoksul insan fotoğrafları çekiyorsun dediklerinde, aslında onlar hiç bir şey anlamamışlardır. Ben fotoğraf çekmek için gitmem bir yere, öykümün içinde yaşamak için giderim.”
Salgado’yu hakkında yazılmış, ekşi sözlükten şöyle bir alıntı yapmak istiyorum yazım ve noktalamasına hiç dokunmadan:
“-güney amerika’nın şeker kamışı işçileri, brezilyalı maden işçileri, fransız çelik işçileri, bangladeş’in gemi söken işçileri, hong kong’un artık hayvanat bahçelerinde bile rastlanmayan kafeslerde yaşamaya mahkum ettiği vietnamlı çocuklar, traktör kepçelerinde taşınan ruandalı mülteci cesetleri… eduardo galeano, serra paleda’nın maden işçilerini görüntüleyen fotoğraflar için “bir madenciler ordusu mu bu, dağı tırmanan? firavunlar zamanında piramitleri kuran işçilerin bir görüntüsü mü? bir karınca ordusu mu yoksa?” demiş. salgado’nun fotoğraflarına bakarken ilk düşünülen bu oluyor gerçekten de: ne kadar da çoklar! açlıkla terbiye edilmiş, çamura, petrole, cürufa bulanmış kalabalıklar, yaşamlarının ve ekmeklerinin peşinde koşuyorlar. acı ve yoksulluğu, inatla çatılmış kaşlarda, yorgun, gülümseye çalışan yüzlerde, ağır yük altında gerilmiş bedenlerde üretmenin ve yürümenin gururuna dönüştürüyor kamerası.”
Salgado, 1986 ve 1992 yılları arasında o ana kadar ki en büyük projesi olan “Workers/İşçiler (1993)” üzerinde çalışırken ve bu albümü hazırlarken 26 ülke gezerek müthiş bir işçi profili çıkartır! Kimi eleştirmenlere göre “Workers”, Karl Marx’tan sonra yazılmış en iyi “manifesto”dur!
Seçilen konuların Marksizm ile ilişkisi olması, biçimsel olarak da, kimi zaman göze batacak kadar koyu tonlar ve buna bağlı olarak dışavurumcu etkiler bu paralelliğin izleri olarak görülebilir. Salgado’nun başarısının diğer bir sırrı da entelektüel birikimini pozitif bir biçimde çalışmalarına yansıtmasıdır. Ekonomi üzerindeki birikimi yoksulluk, üçüncü dünya ve sanayileşme kavramlarına eleştirel yaklaşımını belli bir paradigma içerisine oturtmasını sağlamıştır.
Biz yine fotoğraflarına dönelim Salgado’nun: “Ününün doruğundayken ortalıktan bir anda kaybolmuş. Üç yıl kimse bulamamış. Bir gün elinde 240 bin kare fotoğraf ile çıkmış ve uluslararası bir kampanya ile hepsini satmış! Parasıyla da üç yıl boyunca fotoğraflarını çektiği Brezilyalı topraksız köylülerin yaşadığı binlerce dönüm araziyi satın alarak, köylülere dağıtmış!”
Aşağıda sizlere sunduğumuz fotoğrafların neden siyah-beyaz olduğunu siz sormadan evvel Salgado cevaplasın:
”Siyah-beyaz, gerçekliği yorumlamada insanı serbest bırakıyor.”
Ve bir avuç Sebastio Salgado fotoğrafı: