“Ben seninle sevgilim (Cizre)
Mutsuz ama bahtiyardım”*
Eve her dönüş güzeldir benim için, her şeye rağmen rahatlarım iyi ki evimdeyim derim. Cizre dönüşümde bu duygu bir yana, yerde miyim gökte miyim Ankara’da mıyım bilemediğim bir eğretilik haliyle dolaşmaktayım hâlâ.
Yakıcı güneşin eşliğinde zılgıtlarla karşılandığımız Cizre’de ilk ziyaret “Cudi Taziye Salonu”naydı. Bir yerleşim yeri düşünün ki taziye salonu var, oradaki en büyük salon burası ve kaybı olan aileler burayı doldurmuş durumda. Kocaman bir acıyı taşıyan bu insanlarla ilk karşılaşmada tek yapabildiğimiz çaresizce ve olanca gücümüzle onlara sarılmak oldu. Yavrusunun ölmüş bedenini üç gün buzdolabında saklayan Cemile’nin annesi tüm yaşadıklarına rağmen yine de barış derken, başka bir anne “polis de ölmesin asker de bizim çocuklar da” diyordu. Bir çok kadın da “direndik bedelini ödedik” diye söylüyordu.
Barış için Kadın Girişimi’nin tam zamanında ve tam da ihtiyaç duyduğumuz şekilde yaptığı çağrı sonucu İstanbul, Ankara, Kocaeli, Trabzon, Mersin, Ayvalık’tan 150 kadın Cizre sokaklarına dağıldık; tanışmaya, acıları paylaşmaya, kucaklaşmaya. İlk gittiğimiz taziye evindeki annenin eşi çatışma seslerini merak edip evinin üçüncü katına çıktığında keskin nişancı tarafından sağ omzundan vurulmuş. Ölümcül bir yara olmamasına rağmen, keskin nişancılar hareket eden her şeye ateş açtıklarından üçüncü kata ulaşamamışlar ve birçok insan gibi o da ne yazık ki ne büyük bir acı ki kan kaybından ölmüş. “Birazdan öleceğim, içeceğim su nerde?”*
Cizre’de 21 kaybımız var, beşi kadın 11 kayıp keskin nişancılar tarafından öldürülmüş. Yaralılar için çağırılan ambulanslara ateş açılmış, hiç bir şekilde evlere ulaşmalarına izin verilmemiş. Beyaz önlük giyerek kendini kamufle eden nişancıların ambulansla gelip yaralıları taradığını, doktorların çatışmalar başlar başlamaz hastaneyi terk ettiğini, hemşire dahil hiç bir sağlık görevlisine ulaşamadıklarını, ilaç dahi bulamadıklarını anlattılar, susarak dinledik. Yani devletin başbakanı gözlerimizin içine bakarak hiç bir sivilin öldürülmediği yalanını söylerken, dilimiz bir cümle kuramasa da biz de Cizre’nin gözlerinin içine bakıyor ve bunları görüyorduk.
En yoğun saldırıya uğrayan Nur Mahallesi’ne ilk girdiğimizde sadece evlerin geldiği hale bile inanamadık. Mahalleye girişin iki tarafında da askeri üs bulunuyor. Mahalle halkı ani bir saldırıyla karşılaşmış, birden evlerine bombalar kurşunlar yağmaya başlamış, elektrik, telefon, internet hepsi kesilmiş. Kadınlar zılgıtlarla ve tencere tavaları vurarak gürültü yapmışlar ve bu sürede birbirlerine böylece ses vermeye çalışmışlar. Cizre’de birçok evde su depolarının bulunduğunu ve özellikle bu depoların delik deşik edildiğini, elektrik tellerinin, su borularının hedef alındığını gördük. Nur Mahallesi’nde genç bir anne günlerce susuz kaldıklarını, akan suyun çamurlu olduğunu, bir tülbentle süzerek ancak bir bardak su alabildiklerini ve bu sudan her biri birer yudum içerek ayakta kalmaya çalıştıklarını söylüyordu. O da çocuklarını üç gün boyunca aç susuz banyoda saklamış. Birçok insan gibi bu annenin küçük çocuğu da ateşlenmiş abluka sürecinde, hâlâ hastaydı ve bir sağlık hizmeti alamamıştı.
Bu arada bu durumdan değişik boyutlarda etkilendiğini düşündüğümüz gençlerle de konuştuk. Kendilerini öyle güzel ifade ediyorlar, öyle derin tahliller yapıyorlardı ki hayranlık duymamak elde değildi. Onlar geçmişin yükünü bugünün zorluğunu ve geleceğin ağırlığını taşıyorlardı, kendilerinden öncekileri, ailelerini, çocukları düşünürken kendileri hiç akıllarına gelmiyordu. Bütün bu olumsuz ortamda fen lisesini, mühendislik bölümlerini, tıbbı kazanan genç kızlar var ama bu durum onları hiç bir şekilde sevindirmiyordu. Cizre’den ayrılıp gitmeyi bir kurtuluş olarak görmüyorlardı, tam tersine ailelerini arkadaşlarını Cizre’yi bu durumda bırakamayacaklarını söylüyorlardı. Bu ziyaretler sonrasında akşam evlere dağılırken kadınlar kapılara koşuyor, bize selam veriyor, içeri davet ediyorlardı. Biz kadınların kaldığı evler Cudi Mahallesi’ndeydi. Gençler kaldığımız evin önünde nöbet tutuyorlardı, kadınlar zılgıtlarla nasıl haberleştiklerini anlatıyorlardı. Yani zılgıt kadınlar için acının, sevincin, örgütlülüğün sesi olmuş oralarda. Bir de zafer işareti var tabii, her yaşta ve her durumda selamlaşma ve kendini ifade etme halini almış. Zılgıt da, zafer işareti de öz savunmanın ve öz yönetimin hatta yeni yaşamın simgesi olmaya aday belki de.
Cizre’ye giderken belirlenen tartışma konumuz, kadınlar açısından özyönetimin ne ifade ettiğiydi. Aslında Cizre’de tam olarak oturmuş bir öz yönetim olduğunu söyleyemesek de güçlü ve örgütlü bir öz savunma olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Abluka ve çatışma sırasında oluşan dayanışma ve örgütlenme, öz yönetime ciddi bir zemin oluşturmuş durumda. Kadınlar da bu noktada oldukça aktif bir rol üstlenmişler, kararlarda ortaklaşma, mahalleyi, kenti birlikte yönetme, elbette kadınların hayatları ve özgürlük mücadeleleri açısından çok büyük önem taşıyor. Her mahallede,her an bir saldırı beklentisiyle ve tedirginliğiyle yaşam sürerken, mahallelerde oluşturulan komisyonların çalışmalarına ve toplantılarına devam ettiği, kadınların buralarda görev aldığı, öz yönetimin geliştirilmesi için güçlü bir kararlılık olduğu gözleniyordu. Devletin savaş kurallarını dahi gözetmediği direkt katliam için girdiği Cizre’de öz savunma ve öz yönetim meşru olduğu kadar, hayatta kalabilmek için de şart görünüyor. Öz savunmanın gösterdiği irade sonucunda Yasef ve Cudi Mahalleleri’ne katliamcı timlerin giremediğine şahit olduk. Katliamcıların, keskin nişancıların, tekbir getirdiğini, sakallı olduklarını ve Arapça konuştuklarını anlatıyorlardı. IŞİD korkusu evlerin içine kadar yayılmaya çalışılıyordu sanki. Halk stratejik yerlerde aşılamayacak barikatlar oluşturmuştu ve birçok sokakta hendekler kazılmıştı.
Barış için Kadın Girişimi’nin bu ziyareti, kadınları bir araya getirmenin en iyi yolu olarak, evlerde kalmak, o günü paylaşmak anlayışıyla organize etmesi, bizim olağanüstü bir deneyim edinmemize neden oldu. Ankara’dan bu yoğun acı içinde olan evlerde nasıl kalacağımızı bize nasıl katlanacaklarını düşünerek yola çıkmıştım. Oysa ki evlerin kapısından girdiğimiz an kadınlar bizi bağırlarına bastılar ve bütün endişelerimizi o an sildiler; bize yüreklerini açtılar, içlerini döktüler. Birlikte çocuklarla oynamak, onları uyutmak, aynı sofraya oturmak orada bulunmanın hem en güzel hem de ayrılmayı en acı, en zor kılan yanı oldu. Çocuklar uyuduktan çaylar içildikten sonra, kadın kadına sohbetler aldı başını gitti. Farklı ortamlardan ve farklı deneyimlerden gelen kadınlar olsak da ortak kadınlık deneyimlerimizi paylaşmak geceleri uzattı, bizi uyutmadı. Kadınların her daim gülen yüzü, yaşlıların bilgeliği ve hüzünlü neşesi, gençlerin enerjisi, çocukların cıvıltısı, direnişin apaçık gözlerimizin önünde durması, umudumuzu güçlendirdi. Güç verme niyetiyle gittiğimiz Cizre’den büyük bir güç ve umutla döndük, bahtiyardık.
Cizre’li kadınlarla buluştuktan ve tüm bunlardan sonra, ben artık eski ben değilim. İzlemekle, bilgi almakla, olanları okumakla, dokunmak arasındaki yakıcı farkın sonucu ben artık eski ben olamam. Bahtiyarım. Ne savaş, ne devlet, ne polis hiç bir güç bizim Cizre’deki kadınlarla buluşmamızı, paylaşımımızı, kızkardeşliğimizi engelleyemez. Kadınlara söz verdik, gördüklerimizi, onların yaşadıklarını her yerde herkese anlatacağımıza dair. Ölüme, acıya, zulme, ayrılığa şimdi daha da güçlü bir sesle; êdî bes e, êdî bes e! Barış hemen şimdi.
*Birhan Keskin, Y’ol/metis
Kaynak: Siyasihaber.org / Hatice Erbay
bu yazı birhan keskin’e ait değildir; feminsit aktivist hatice erbay yazmıştır, lütfen biraz dikkat edelim; yazının orjinali: http://siyasihaber.org/bilmekle-dokunmak-arasinda-bizi-yakan-fark
Yazıdaki hata için özür dileriz yazı düzeltirmiştir. Teşekkürler
Ben de teşekkür ederim. İyi çalışmalar.