Uluslararası prömiyerini Berlin Film Festivali’nde gerçekleştiren Suzume, yirmi yıl aradan sonra ve Studio Ghibli şaheseri Spirited Away’den bu yana festivalin yarışma bölümüne katılan ilk anime olma özelliği taşıyor. Geçtiğimiz aylarda Japonya’da milyonlarca sinemaseverin beğenisini kazanan film, ilhamını Japonya’da binlerce insanın ölümüne neden olan 2011 Tōhoku depremi ve tsunamisinden alıyor. 11 ili doğrudan etkileyen ve tarifsiz kayıplar verdiğimiz Kahramanmaraş depremlerinin acısı tazeyken, yaralarımızı sarmakta böylesine zorlanırken böyle bir konuyla yüzleşmek tetikleyici olabilir. Suzume’yi işte bu çekinceyle öneriyorum ama kendi yas sürecini en iyi sen bilirsin. Kayıpların ardından kitaplara, filmlere, müziğe, sanata sarılmak da yasın bir parçası olabiliyor bazen.
Your Name ve Weathering with You filmleriyle tanıdığımız Makoto Shinkai’nin son filminde gerçek ve mecazi anlamda yıkıntılara bakarken Japonya’da bir yolculuğa çıkıyoruz. Yolculuğun ilk durağı Suzume’nin teyzesiyle birlikte yaşadığı Miyazaki; son durak ise kahramanımızın doğduğu yer, ilk evi Tōhoku. Henüz çocukken annesini kaybeden Suzume’nin bu kaybı ve hemen sonrasında olanları anlamlandıramadığını, geçmişten detayların bilinç dışından rüyalarına ve günlük hayatına sızdığını görüyoruz film boyunca. Suzume’nin yolu, öte dünyanın kapılarını kapalı tutmakla görevli Sōta’yla kesişince ve bu gizemli genç adam ona en yakın yıkıntının yerini sorunca kafasındaki soru işaretleri de artıyor. Suzume kendisini çağıran serüvenin peşinden gidince yıkıntının ortasında bir kapıyla karşılaşıyor. Bu kapının onu alıştığı dünyaya yabancı ama içindeki dünyaya tanıdık bir yere götürmesiyle afallayan Suzume kapının yanındaki figürü yerinden kaldırınca elindeki figür bir anda ufak bir kediye, Daijin’e, dönüşüyor. Japonya’nın çeşitli yerlerindeki kapıları kilitli tutan anahtarlardan biri olan Daijin, serbest kaldıktan sonra Sōta’yı lanetliyor ve böylelikle gizemli genç adamın ruhu Suzume’nin çocukluğundan hatıra üç ayaklı sandalyesine hapsoluyor. Sōta’nın ailesinin nesillerce koruduğu bu kapılar açılınca ne mi oluyor? Açığa çıktığı yerde büyük yıkımlara sebep olan kızıl bir solucan öte dünyadan bu dünyaya geçebiliyor ve sadece kahramanlarımızın görebildiği bu solucandan bihaber insanlar söz konusu yıkımı Japonya’nın alışık olduğu bir afetle, depremle, hissediyor. Hem milyonlarca insanı hem de Sōta’nın ruhunu kurtarmak ise lise öğrencisi Suzume’ye düşüyor.
Sevimli baş belası Daijin’in peşinden koşan ve evinden epey uzak şehirlerdeki kapıları kapatmaya çalışan Suzume ile Sōta’nın yolculuğu böylece başlıyor. Yeğeninin tehlikeli yolculuğu karşısında paniğe kapılan teyzesi Tamaki, Suzume’yi takip etmeye karar verince gerçek yıkıntıların yanında mecazi yıkıntılar da filmin anlatısında belirginleşmeye başlıyor. Muazzam görseller ve oldukça başarılı bir soundtrack’le beğenimi kazanan Suzume’nin aslında bir büyüme hikâyesi olduğunu görünce daha da ısınıyorum filme. En sevdiğim janrlardan biri, her zaman çok zengin ve ufuk açıcı bulduğum bir mecra olan animasyonla buluşuyor. Kahramanımız edemediği vedalarla, kayıpların paralize edici ağırlığıyla yüzleşip geleceğe umutla bakabildiğinde gerçekten büyüyebiliyor. Sōta’nın ruhunu kurtarmak için çıktığı yolculukta bir anlamda kendi ruhunu da büyük bir acının derin yıkıntıları arasından kurtarıyor. Neticede Suzume kendi büyüme hikâyem ve yas sürecimde hassas bir yere dokunarak bana da ilham vermeyi başarıyor.
Suzume’nin beğenmediğim tek yanı 123 dakikalık süresini bazı hikâyeleri anlatırken pek de iyi kullanamamış olması. Örneğin Suzume ve Sōta arasındaki bağın çok kuvvetli olduğunu biliyoruz ama film bunu izleyiciye aktaracak anlatıyı iyi inşa edemiyor. Suzume’yi Sōta için her şeyi feda edecek noktaya getiren bağın ve iletişimin filizlenerek büyümesini izleyemesek de filmin gerçek ve mecazi yıkımlara, vedalara, kapanışlara bakışı takdiri hak ediyor.
Film: Suzume / Suzume no Tojimari
Yönetmen: Makoto Shinkai
Süre: 123 dakika
Yapım yılı: 2022
Kaynak: Dilara H. Kaya/Aposto