Kendi öz farklılığı insanı değerli kılan en önemli unsurdur. Farklı bakış açıları, farklı soluk alış-verişler ve hayatı farklı yudumlayışlar hayat tuvalinde manzarayı ısıtan en canlı renklerdir. Bütün bu farklılıkları ise toplum seviyesinde bir araya getirip hem fikir yapan tek bir gerçek vardır, aşk.
Aşkın bütün zıtlıkları aynı potada eriten evrensel bir kapsayıcılığı olmasına rağmen her bünyede farklı geri bildirimleri vardır. Dolayısıyla tek bir aşk tanımı yapmak “aşık” ve “maşuk”a saygısızlıktır. Çünkü aşkın herkesçe kabul görmesi onun sayısız tanımı ve anlamı olmasındandır.
Aşk turnusol kağıdı gibidir, bâm teline öyle ince dokunur ki insanları grup grup değil tek tek ayırır.
Dolayısıyla aşkın ne olduğunu anlatmaktan çok “aşık” profillerini bir arada verip tanımı okuyucuya bırakmak en doğrusudur. Aşık profilleri üç grupta toplanabilir.
İlk grup değerleri metalaşmış insanlardan müteşekkildir. Bu gruptakiler zahiren faydalı görünen arzularının peşinde koşarlar. Bunu yaparken de aşk’ın boynuna “madde” prangaları vurup anlam ve öneminden uzaklaştırırlar. Böyle insanlar bilmedikleri pörsümüş yürekleriyle aşk zannettikleri heveslerin hikayelerini uydururlar.
İkinci grubun idrakini ve arzusunu birinci gruptakiler gibi “fayda” kavramı sınırlandırmaz. Bu tip insanlar hevâ’nın boşluğundan kurtulup yokluğun hoşluğunu tattıklarından peşinde oldukları şey sevgili değilde sevgidir. Bu gruptakilerin hayata bakışları, yaşantıları, telakkileri farklıdır. Fakat onları aşık yapan ortak nitelikleriyle insanlardan uzaklaşırlar. Söz konusu duygu onları takatlarının ötesine sürükler, çile insanı haline getirir, ızdıraplarını yüzlerine aksettirir. Bu tip insanlar kendilerinden kurtulmuştur. Düşüncelerini daldırdıkları kazan bütün insanlığı kapsayacak kadar geniştir. Fakat bu genişlik düşüncelerini sığlaştırmaz, bilakis derinleştirir. Kendilerinden çok kendilerini dokuyan unsurlara dikkatlerini çevirdiklerinden daha ziyade onlarda yaşarlar.
Sıradan insanların çehrelerinde sıradan bir hırs, ihtiras ve günlük meselelerin basit yorgunluğu görünmesine mukabil onlarındakinde acı bir derinlik vardır.
Son olarak “arafcılar”. Bu gruptakiler bir yönüyle ikinci gruptaki insanları andırır ancak zayıf dimağlarıyla onlardan ayrılır. Bunlar da soğuk kanlı değildir arzuları, içinde yaşadıkları hayat gibi her daim canlıdır. Bu zayıf kafaların ilişkilerinde bir kırılma yaşanırsa, bir zamanlar alacakaranlıkları ışıltan rüyaları bir anda kabusa dönüşüp iç çekişmelerin misebbibi olur. Tam bu noktada akıl ve kalp arasında mekik dokurlar. “Sevgili” ile yapamayacağı kanaati varken sevgilinin kollarında ölüp kucağına gömülmek arzusuyla hayatı solurlar. Ne onunla ne de onsuz yaşama hakları yoktur.
Aşkı anlamak adına “aşık” lardan değil aşk’ın felsefesinden bahsetmek gerekir esasen ancak ihtirasların, aldatmaların ve haftalık ilişkilerin gerçek aşk adledildiği ve uğruna kan dökmenin yollarına güller serpmekten daha sevimli olduğu modern kültürlerde aşk yazılar ya da şiirler için ilham kaynağı olmaktan fersah fersah uzaktır…