Ana SayfaVe insanZygmunt Bauman: Sosyal medya...

Zygmunt Bauman: Sosyal medya çok kullanışlı ve keyifli bir tuzak

Zygmunt Bauman yakınlarda 90. doğum gününü kutladı ve Leeds’deki evinden İspanya’nın kuzeyindeki Burgos’taki bir etkinliğe gitmek için iki kez uçağa bindi. Söyleşiye başlarken yorgun olduğunu itiraf etti, ama yine de fikirlerini sakince ve açıkça ifade edebildi, karmaşık sorulara basit cevaplar vermekten nefret ettiğinden cevaplarken hiç acele etmedi. 1990’ların sonunda (içinde yaşadığımız dönemi “bütün anlaşmaların geçici ve sadece ikinci bir emre kadar geçerli olduğu” bir çağ olarak açıklayan) akışkan modernite teorisini geliştirdiğinden beri sosyoloji alanında öncü isimlerden biri oldu. Eşitsizlik üzerine yaptığı çalışmalar, siyasetin iflasıyla ilgili eleştirileri ve toplumun geleceğine dair epey karamsar görüşleri (defalarca eksikliklerini vurgulamış olsa da) İspanya’daki 15 Mayıs “Öfkeliler” Hareketi tarafından benimsendi.

1925’te Polonya’da doğan Zygmunt Bauman’ın ailesi, 1939’daki Alman işgalinin ardından Sovyetler Birliği’ne kaçtı. Bauman, 1968’de Altı Gün Savaşı’nın ardından hocalık görevinden alınıp binlerce Yahudi ile birlikte Komünist Parti’den kovulunca Birleşik Krallık’a gitti ve artık emekli olduğu Leeds Üniversitesi’nin sosyoloji bölümünde hocalık yapmaya başladı. Çalışmaları, 2010 yılında kazandığı Asturias Prensliği Ödülü dahil olmak üzere pek çok uluslararası ödüle layık görüldü.

1980’lerde başlayan neoliberal devrimin dünyaya pahalıya mal olduğunu ve zenginliğin toplumun geri kalanına damlamadığını savunan Azınlığın Zenginliği Hepimizin Çıkarına Mıdır? (Çev. Hakan Keser, Ayrıntı Yayınları, 2014) gibi kitaplarında karamsar dünya görüşünü özetledi. Geçen yıl yayımlanan Moral Blindness[i] kitabında, yazar Leonidas Donskis ile birlikte gittikçe daha da bireyselleşen dünyamızda birlikteliklerin kaybına karşı uyarılarda bulundu.

Eşitsizliği bir “metastaz” olarak tanımlamıştınız. Demokrasi tehdit altında mı?
Şu an olan biteni bir demokrasi krizi olarak açıklayabiliriz, güvenin kaybı: Liderlerimizin sadece yozlaşmış ya da aptal olduklarına değil, aynı zamanda beceriksiz olduklarına dair inancımız. Eylem güç gerektirir, bir şeyler yapabilmek için. Bizim de ne yapılmasına karar verebilecek siyasete ihtiyacımız var. Ancak ulus devletin elindeki iktidar ve siyaset evliliği sona erdi. İktidar küreselleşti, ama siyaset hâlâ eskisi kadar yerel. Siyasetin elleri kesildi. İnsanlar artık vaatlerini gerçekleştirmeyen demokratik sisteme inanmıyor. Örneğin göçmen krizinde bu durumu kısmen görebiliyoruz: Küresel bir olgu, ama dar görüşlerle hareket ediyoruz. Demokratik kurumlarımız karşılıklı bağımlılık durumlarına uygun olarak tasarlanmadı. Mevcut demokrasi krizi, demokratik kurumların krizidir.

Özgürlük ve güvenlik arasında sallandığını söylediğiniz sarkaç şu an hangi tarafta?
Bunlar üzerinde uzlaşılması zor değerler. Daha fazla güvenlik istiyorsanız, özgürlükten biraz vazgeçmeniz gerekir; daha fazla özgürlük istiyorsanız, güvenliği elden bırakırsınız. Bu ikilem sonsuza kadar sürecek. Kırk yıl önce özgürlüğün zafere ulaştığını düşündük ve bir tüketim çılgınlığına kapıldık. Borçlanarak her şeyi almak mümkün görünüyordu: arabalar, evler… Sadece daha sonra ödüyordunuz. 2008’de kredi gölünün kurumasıyla gelen uyanış acı oldu. Arkasından gelen sosyal yıkım felaketi özellikle orta sınıfı vurdu ve onları hâlen süren belirsiz bir konuma sürükledi: Şirketlerinin bir başka şirketle birleşmesi sonucu işten çıkarılıp çıkarılmayacaklarını bilmiyorlar, satın aldıklarının gerçekten kendilerine ait olduklarından emin değiller… Artık çatışma sınıflar arasında değil, insanların ve toplumların arasında. Bu sadece güvenlik ihtiyacı değil, aynı zamanda özgürlük ihtiyacı.

İnsanlar artık geleceğin geçmişten daha iyi olacağına inanmadıkları için ilerlemenin bir hayal olduğunu söylüyorsunuz.
Ara bir dönemdeyiz[ii], kesinliklerin olduğu bir zaman ile işleri bildiğimiz gibi halledememeye başladığımız bir zaman arasında… Bunun yerine neyin geleceğini bilmiyoruz. Yeni yöntemler denemeye çalışıyoruz. İspanya, 15 Mayıs (15M) Hareketi ile bir şeyleri sorgulamaya çalıştı, insanlar kamusal alanlara çıktı ve tartıştılar, parlamenter usullerin yerine bir tür doğrudan demokrasi getirmeyi denediler. Çok uzun sürmedi. Kemer sıkma politikaları devam edecek, buna kimse engel olamaz, ama yine de yeni yollar bulma konusunda görece etkili olabilirler.

15M ve küresel “Occupy” gibi hareketlerin “yol açmayı bildiğini, ama somut bir şey yaratmayı bilmediğini” söylemiştiniz.
İnsanlar müşterek bir hedef için meydanlarda farklılıklarını bir kenara koyuyor. Eğer o hedef olumsuzsa, birine öfkelenmekle ilgiliyse, başarıya ulaşma ihtimali daha yüksek. Bu bir bakıma bir dayanışma patlaması olabilir, ama patlamalar çok güçlü ve kısa sürelidir.

Ayrıca doğaları gereği gökkuşağı koalisyonlarında liderliğe yer olmadığına inanıyorsunuz.
Bu hareketler zaten liderleri olmadığı için hayatta kalabiliyor, ama yine liderleri olmadığı için hedeflerini gerçekleştiremiyorlar.

İspanya’da 15M hareketi yeni politik güçlerin yaratılmasına katkıda bulundu.
Bir partiyi başka bir şeye dönüştürmek sorunu çözmez. Sorun partilerin hatalarında değil, bir şeyleri kontrol etmiyor olmalarında. İspanya’nın sorunları küresel sorunun bir parçası. Meseleleri içeriden çözebileceğini düşünmek yanlış olur.

Katalan bağımsızlık projesiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Bence hâlâ her ulusun kendi kaderini tayin hakkının kabul edildiği Versay Barış Anlaşması’nın ilkelerini izliyoruz. Ama artık homojen bölgesi kalmamış günümüz dünyası için bu bir hayalden ibaret. Günümüzde her toplum sadece bir diaspora yığını. İnsanlar bir topluma sadakatle bağlanıp vergilerini ödüyorlar, ama kimliklerinden de taviz vermek istemiyorlar. Katalonya’daki durum, İskoçya ve Lombardiya’daki gibi, kabilesel kimlik ve vatandaşlık arasındaki çelişkiden doğuyor. Onlar Avrupalı, ama Brüksel ile Madrid aracılığıyla değil, Barselona aracılığıyla konuşmak istiyorlar. Bu mantık neredeyse her ülkede gelişmeye başlıyor. Halen I. Dünya Savaşı’nın sonundaki ilkeleri izliyoruz, ama dünya çok değişti.

İnsanların sosyal medya aracılığıyla yaptıkları, “klavye aktivizmi”[iii] denen protestolara karşı hep şüphecisiniz ve internetin bizi ucuz eğlenceyle aptallaştırdığını söylüyorsunuz. Sosyal ağların insanların yeni afyonu olduğunu söyleyebilir miyiz?
Kimlik doğduğun bir şey olmaktan çıktı ve bir göreve dönüştü: Kendi cemaatini kendin oluşturmak zorundasın. Ama cemaatler yaratılmaz, bir zümreye ya aitsindir ya da değilsindir. Sosyal ağların yaratabileceği şey bir alternatif (ikame). Cemaat ile ağ arasındaki fark şu: sen bir cemaate aitsindir, ama ağ sana aittir. Dizginler elindeymiş gibi hissedersin. Dilersen arkadaş eklersin, dilersen silersin. İlişkin olan önemli insanların kontrolü senin elindedir. Sonuç olarak insanlar kendilerini biraz daha iyi hisseder, çünkü bireyci çağımızın büyük korkusu yalnızlık, terk edilmişliktir. Ancak internette arkadaş ekleyip çıkarmak o kadar kolaydır ki, insanlar sokağa çıktıklarında, işe gittiklerinde, mantıklı bir etkileşime girmeleri gereken çok sayıda insanı bir arada bulacakları herhangi bir yerde gerekli gerçek sosyal becerileri edinmeyi başaramazlar. Harika bir insan olan Papa Francis, seçildikten sonra ilk röportajını İtalyan gazeteci ve ateistliği kendinden menkul Eugenio Scalfari’ye verdi. Bu bir işaretti: Esas diyalog sizinle aynı şeylere inanan insanlarla konuşmak değildir. Sosyal medya bize diyalog kurmayı öğretmiyor, çünkü anlaşmazlıktan kaçınmak çok kolay. Ancak insanların çoğu sosyal medyayı bir araya gelmek veya ufuklarını genişletmek için değil, tam tersine, kendilerine kendi seslerinin yankıları olan sesleri duyacakları, kendi yüzlerinin yansıması olan yüzleri görecekleri bir konfor alanı yaratmak için kullanıyor. Sosyal medya çok kullanışlı ve keyifli bir tuzak.

* Bu yazı, Ricardo De Querol’un elpais.com’da yayımlanan röportajından çevrilmiştir.  

[i] “Ahlaki Körlük” olarak çevirebiliriz. (Ç.N.)
[ii] Bauman’ın burada tercih ettiği sözcük, yeni hükümdar göreve gelene kadarki dönem için kullanılan “interregnum”. (Ç.N.)
[iii] Metnin orijinalinde “armchair aktivism” ifadesi kullanılmış, doğrudan çevirisi “kanepe aktivizmi”. (Ç.N.)

Kaynak: vesaire

Listeler

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Popüler haberler

Normalleşme sürecinde AVM’ler, rekabette hijyenle öne çıkacak

Koronavirüs (COVID-19) salgınının ardından ilk adımları atılan normalleşme...

Güney Kore’de gece kulübünden çıkan yeni ‘corona’ dalgasında vaka sayısı 102 oldu

Covid-19 salgınıyla mücadelede başarılı örneklerden biri olan ve tedbirleri gevşetmeye...

Ünlü Oyuncu, Yazar ve Yönetmenler 221B Polisiye Festivali’nde

Damla Sönmez, 221B dergisinin düzenlediği Polisiye Festivali’nde; dünyaca ünlü, ABD doğumlu...

Türkiye İş Bankası, Moka Ödeme Kuruluşu’nu 3.8 milyon TL’ye satın alıyor

Türkiye İş Bankası, KAP’ta yaptığı açıklama ile Moka Ödeme Kuruluşu‘nu...

Tartışı-Yorum

Cumartesi Anneleri: Gözaltındaki kayıpların hikayesi

Kadir Gürhan“Kayıplar” ve “yargısız infazlar” denilince akla ilk gelen Latin Amerika ülkeleridir. Bu ülkelerde askeri cunta yönetimleri “gözaltında kayıplar” ve “yargısız infazlarla” kendisine muhalif olan tüm kesimlere karşı bir korku ve sindirme politikası uyguladı. Hayatın bir parçası haline gelen bu uygulamalarda kaybedilenlerin çoğunu; öğrenciler, öğretmenler, sendikacılar (örgütlü...

Ölümü öldürmek, sonsuz bir umudun baharıdır…

“Evîn Biharek e…”* - Arjen Arî Bir acılar sarmalıdır sancı, zamanın derinliklerinde gezinen ve hayatın kıyılarına vurur hafızalarının unutulmayacak sesleri. “Lal bû zimanê xwezayê, Girî herikî, jan bû banî” (“Dilsizdi doğanın dili, gözyaşı aktı, acı köprü oldu…”) dizeleri ile anlatıyor şair Semra Çelebî, ‘Birîn’ adlı şiir kitabında, gerçeğin...

Kalbi atan ölü bedenler

Bazı anlar vardır zihinlerimizde çocukluğumuza dair. Hayal mi gerçek mi olduklarını ömrü billah çözemeyiz. Bize anlatılanları, oradan buradan duyduklarımızı kurgulayarak bir görüntü yaratmış da olabiliriz, bizzat gözlerimizle tanık olduğumuz bu anlar zihnimizde mıh gibi tüm gerçekliğiyle çakılı da olabilir. Dediğim gibi hangisinin doğru olduğunu sınamak mümkün değil.Zihnimde...

Kuzguni Gömüt

Siyah kuzguni elbisesi içinde dilinde tek bir Arapça cümle ile Aisha Faris, sadece ağlıyordu. Bizim bilmediğimiz bir dilde, İç’inde kopan çığlıkların gümbürtüsü, siyah elbisesinde kara kara dalgalanıyordu. Aynı Arapça cümleyi tekrarlayarak Engin dertlerine bir de çağlayanlar ekliyordu. Gözyaşları bakışımızın değdiği her yerdeydi. Kara elbisesi; pul parlaklığını, onun...

Direniş Suflesi: Hayır

‘Oku’ diye başlıyor olmasına rağmen kutsal sayılan kelam; ilk maraza mevzunun başında ortaya çıkıyor.Taraflaşmanın daha kolay belirlendiği, hudutların keskin olduğu süreçler elbette yaşandı. Her konuya dair yaklaşımlar farklı idi ve tariflenen alandan hangi konuya nasıl yaklaşılması gerektiği de kendiliğinden açığa çıkıyordu. Karışık ama bence kesinlikle böyleydi.İnsanın yaşadığı...

Üşüyor bir coğrafyanın yüreği

'Eylül Mayıs'a dönüşecek...'Geo Milev Üşüyor bir şehrin yüreği,  geceler buzdan karanlık. Yan yana dizilmiş çadırlar kanıyor. Üşüyor yeryüzü ve şehrin sokaklarında geziyor soğuk. Bir çocuk gözlerinde acının izlerini taşıyor. Bir bahar var ve gelecek mutlaka çocuk. Umudun ışığını taşıyor, geleceğimiz umudumuz çocuk. En amansız fırtınalar diner çocuk, savrulur...

En çok mor

Sıcak beterdi. Bıyıkları terlememiş bir delikanlılık çağında boncuk boncuk ter atıyordu. Çimento torbaları eşek ölüleri kadar ağırdı. Tuğlalar, yamalı şalvarında kahverengi tozlar bırakıyordu. Yamasını çepeçevre saran alelacele dikişleri hep terden söküktü.Daha O Boy’uyla karar vermişti ev yapmaya. Bir evin temelini attı. Atış o atış..Seni inşaat işçisi; fayans...

Sınırlar ve rahatça uyunamayan ülkeye dair: Ordu, yeniden…

Levent Ünsaldı Devlet ve milletin yüksek çıkarlarını ait olduğu kurumun çıkarlarıyla eş gören, dolayısıyla bunları yorumlama tekelini de kendisine veren Türk subayı, kışladaki eriyle kurduğu paternalist ilişkisini (“oğlum” ifadesiyle çağrılan er) milletin geneliyle olan ilişkisine de kolayca yansıtabilmiştir. Aktarılan bu hususi ethos (değerler sistemi), subayın tüm yaşamını geçirdiği...

Rıza Yalçın Koçak yazdı: Olağanüstü zulüm

Rıza Yalçın Koçak Etrafımızdaki insanlar büyük bir şaşkınlıkla cevabı bir yanı ile çok basit bir yanıyla ise iler tutar yanı olmayan sorular soruyorlar. İşyerlerinden atılan arkadaşlarının masumiyetlerine iliklerine kadar inanıp ve ama ‘devletin de bir bildiği vardır’ fikriyatının serin sularında kol gezmeye devam ediyorlar. Hükümet ile ‘paralel’ devlet...

Halkın vicdanı; “Gelemem” diyorsun, peki sen bizdeki “öf öf” ü duyuyor musun?

Ne desek, ne etsek, nasıl yapsak bilemiyoruz… Az şey mi yaşadık? Yok, bir şeyler anlatabilmek için yeterli yaşadıklarımız. Çok şey mi yaşadık? Yok, bir şeyler yapabilmek için çok şey görmedik henüz… “Derin bir ah” çekiyoruz, çünkü şu kelimeler sayfaya değerken Hurşit Külter hala kayıp. Ve “ah vicdan”...

Rütbelerin Er’leri

Rıza Yalçın Koçak ‘Türk halkı sessiz kalarak onayladığı bu savaşın mağduru olmaya mahkumdur.’ (TAK-Haziran 2016)Erleri çekin rütbeliler gelsin! Erleri çekmeyecek rütbeliler ordusu. Ere göre tanımlı omuzlardaki apoletler. Kaç erin başı olduğunu bildiriyor unvanlar. Erlerle tanımlayıp erlerle var ediyorlar kendilerini. Erleri çekin rütbeliler gelsin çığlığını bir iyi niyet olarak okumak gerekiyor en başta....

Kadim Süryanilerin Akitu Bayramı

Yerinden yurdundan edilen, sürgün halkların derdini en içten şairler dillendirir. Bu sebeple Yuhanna Bar Madeni der ki:“Ey sağduyulu!Ana vatanında kalman,Saygınlığını korur.Hakareti ve acı dolu gurbeti hor gör.Saç, başta oldukça değerlidir.Olmadığında, küçümsenir ve ayaklar altına alınır”Bundan tam 6766 yıl önce (MÖ 4750) Asur ve Babil kaynaklarına göre, tarihte...