“Vay be bu da mı olacakmış” diyeceğimiz ne çok şey görüyoruz son günlerde. Sağ ve sol un kucaklaşması bunların başında geliyor.
1950-1990 arası Türkiye’si karanlık günlerinde birbirine taban tabana zıt, hiç bir ortak payeleri olmayan iki grup olarak belletilen sağ ve sol ne çok şeyin altına ortak imzalarını atıyor bugünlerde. Meğer aynı dili konuşuyormuşuz da belletilenin önyargıyla bir kez dahi kulak vermemişiz şu “ötekine”.
Evet, gariplikler ülkesi Türkiye bir yandan siyasi söylemlerle dilim dilim kutuplaştırılırken diğer yandan “bahsi dahi mümkün değil” denilen farklı ideolojiye dilbeste grupların kuçaklaşmasını yaşıyor.
Bu kucaklaşma iktidar blokundakine benzer düşmanlık zemininde neşet etmiş, hasetlikle beslenen, çıkar ilişkisini korumak adına bir araya gelinmiş geçici bir kucaklaşma gibi durmuyor. Bu kucaklaşma karşılıklı ön yargıların kırıldığı, ötekinin kendi rengi ile kabul edildiği, karşılıklı saygının esas alındığı ve uzun dönemde toplumsal huzura gebe samimame bir tavır gibi duruyor.
Son dönemdeki hukuksuzluklara, teröre, medya sansürüne, dijital darbeye, yolsuzluklara ve siyasi nepotizm’e karşı Cumhuriyet ve Zaman gazetesinin takındığı ortak âkil tavır yukarıda bahsettiğim kucaklaşmanın en somut belirtecidir.
Can Dündar ve Abdulhamit Bilici’nin editörlüklerini yaptıkları Cumhuriyet ve Zaman gazeteleri baskılara karşı boyun eğmeyen, iktidar bloğu tarafından peylenmeyen, dün doğru bildiği neyse bugünde onu yazan ve siyasi ideolojileri “hakikati gün yüzüne çıkarmak” olan iki gazete. İktidar bloğunun bu kadar farklı iki gazeteyi aynı “iddialarla” preslenmeye çalışılması, bu kadar farklı iki gazetenin de delilleri ile birlikte aynı “gerçekleri” manşetlerine taşıması üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken iki farklı soru.
Hiç şüphesiz bahsettiğimiz sağ ve sol kucaklaşmasında Kemal Kılıçtaroğlu’nun, siyasilerin ayrışmayı derinleştirdiği bir dönemde kendini ve partisini birleştirici bir çizgiye getirmesinin önemi çok.
Kılıçdaroğlu’nun seçim beyannamesine, Ankara katliamı sonrası tavrına ve dünkü Zaman gazetesi ile röportajına bakacak olursanız, CHP atom bombasını parçalamaktan daha zor olan ön yargıları kırmaya niyetli ve artık iktidara aday. Parti başkanı ve parti mensuplarının söylemleri laiklik, sosyalizm vs. soyut kavramlar etrafında dönmüyor. Cumhuriyet Halk Partisi bir Halk partisi olduğunu hissettirmek istiyor, bunun için halkı kucaklıyor, emek ve ekmekten bahsediyor ve seçim beyannamesinde gençlere yer veriyor.
Ankara katliamında “ölü siyaseti” yapmadan birlik beraberlik çağrısını bu kadar net bir şekilde yapan başka bir parti olmadı. Kılıçdaroğlu siyaseti bir kenara bırakıp barış ve huzur için herkesle görüşmeye hazırız mealinde çıkışlar yaptı.
Dünkü röportajında ise “kanunsuz emir uygulayan bürokratlardan hesap soracağını, herkesin inancını özgürce yaşayabileceğini, ne kimsenin başını açtırma ne de imam hatipleri kapatmanın kesinlikle olmayacağını” vurgulayarak CHP’nin geçmişte yaptığı hatalarla yüzleştiğini, muhalefet olarak değil iktidarda denge unsuru olarak yer almak istediklerini açık ve net bir şekilde bir kez daha gösterdi.
Evrilen CHP’nin bu değişimine yetmez ama evet diyorum, çünkü bunların yanında CHP’nin vermesi gereken daha bir sürü imtihan var; “Yeni Anayasa”, “Kürt meselesi” ve “Suriye politikası bunların başında geliyor.